“Proleter Kültürü”

240 views
15 mins read
Aleksandr Bogdanov,

Çeviri: Elçin Gen

Aşağıdaki metin, Lenin’le birlikte Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ni kuran, ve Proletkült’ün de kurucusu olan Aleksandr Bogdanov’un ilk kez 1911 yılında Vpered dergisinde yayınlanan “Sotsializm v nastoiashchem” (Günümüzde Sosyalizm) başlıklı yazısından seçilmiş pasajların çevirisidir. İngilizce çevirinin tamamı için bkz. https://libcom.org Metni seçmemizin nedeni, yola çıkışta Bolşeviklerin sanata bakışına ilişkin temel belgelerden biri olması.

Admin

Sosyalist bir toplum, her türlü toplumsal üretimin bilinçli biçimde yoldaşlık ilkeleri çerçevesinde düzenlendiği toplumdur. Sosyalizmin diğer bütün özellikleri bu olgudan kaynaklanır: üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti, sınıfın ortadan kalkması, ve herkesin üretici güçlerini yetenekleri doğrultusunda tam manasıyla kullanmasını sağlayan servet dağıtımı. Bu koşullar ancak var olmaları için gereken temel kurulduğunda hayata geçebilir: O koşul da, bütün üretimin yoldaşça örgütlenmesidir – yani işçi sınıfı zafer kazanıp toplumu kendi koşullarına göre örgütleme gücünü kazandığında gerçekleşebilir. O zamana kadar, sınıfın tedricen ortadan kalkması, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti yolunda tedrici bir ilerleme, ve toplumsal ürünün planlı şekilde dağıtımı mümkün olmayacaktır. İnsanlar arasında sosyalist mülkiyet ilişkilerinin kurulması, ancak emek ilişkileri tam manasıyla sosyalist nitelik kazandığında mümkün olabilir.

Oportünistler, sosyalist bir ekonominin kökenlerini sendikalarda, kooperatiflerde, demokratik devlet girişimlerinde ve bölgesel öz-yönetimde aramakla hata ediyorlar. Sendikaların kapitalistleri zorlaması sonucunda işçi ücretlerinde elde edilen artışların sosyalist bir dağıtımla ilgisi yoktur, çünkü söz konusu ücreti kazanabilme garantisi sunmaz. Bir kooperatifin mülkü hâlâ kapitalist mülktür çünkü o da alıp satma işlemine tabidir, para formunu alır, bir bankada saklanır, ekonomik döngüye ve fiyat değişimlerine vs. bağımlıdır. Sosyalistlerin çoğunlukta olduğu en demokratik devletin veya aynı ölçüde demokratik bir öz-yönetimin bile girişimleri, kapitalist girişim olmaktan çıkmaz çünkü onlar da işçilerin istihdam edilmesi temelinde örgütlenmiştir ve emek piyasasının koşullarına, emek araçları ve nesneleri piyasasına, para ve kredi piyasasına vs. boyun eğer. Paranın ve sermayenin gücü – dünya üretiminin efendileri– ayakta kaldığı sürece sosyalist bir ekonomiden söz edilemez.

Ancak, sosyalizm sadece geleceği değil, şimdiyi de ilgilendirir, sadece bir fikir değil aynı zamanda bir gerçekliktir. Sosyalizm gelişir ve büyür, bizler arasında mevcuttur. Ama oportünist yoldaşlarımızın onu bulmaya çalıştığı yerde değil… Sosyalizm daha derinde yatar. İşçi sınıfının yoldaşça bağıdır o, bilinçli emek örgütlenmesi ve toplumsal mücadelesidir. Sosyalizmi işçi örgütlerinin, sendikaların, partilerin veya başka kurumların ekonomik faaliyetlerinde değil, fiilî sınıf dayanışmasında arayalım.

Hal böyleyse, sosyalizm mücadelesi sadece kapitalizme karşı savaşa, o savaşı sürdürmek için gereken güçleri biriktirmeye indirgenemez. Bu mücadele aynı zamanda olumlu, yaratıcı bir çabadır – bizzat proletarya içinde, kendi iç ilişkilerinde, gündelik hayat koşulları altında hep yeni sosyalist ilişkileri inşa etmektir. Sosyalist bir proleter kültürün inşa edilmesidir bu çaba.

Bu çaba, hayatın çeşitli alanlarını kapsar. Proleterleri örgütlerde birleştirmek yetmez, hatta ekonomik ve siyasi mücadele sloganını öne sürmek bile yetmez, tıpkı bir orduya askerleri kaydedip sefer ilan etmenin yeterli olmaması gibi. Bir ordunun asıl gücü “moral güç” denen şeyde yatar – yani, her yere nüfuz edip onu canlı ve birleşmiş bir organizmaya dönüştüren kendi içindeki ilişki ve bağlarda, duygu ve düşünce birliğinde. Aynı şey işçi sınıfı için de geçerlidir. Tek farkı, onun görevinin sıradan bir ordununkiyle kıyaslandığında çok daha geniş ve karmaşık olmasıdır.

Sosyalistler proletaryanın pratiğinde gerçek anlamda yoldaşça ilişkiler geliştirmeyi hedeflemelidir. Bu arada, örgütlerde bile, sosyalizmle alakası olmayan eskiden kalma yığınla ilişki görebiliriz: hedeflerde çatışma, kimi “lider”lerin otoriterce arzuları ve onları destekleyenlerde bilinçdışı bir itaat, anarşist eğilimli kişilerin yoldaşça disipline yanaşmaması,  kişisel çıkar ve güdülerin ortak davaya karıştırılması vs. Bunlar kaçınılmazdır, çünkü proletarya bu dünyaya çoktan şekillenmiş bir sınıf olarak gelmedi. Diğer sınıfların işe yaramaz manevi özelliklerinden hızla ve kolaylıkla kurtulamaması anlaşılır bir şeydir. Bundan öte, işçi örgütleri devrimci entelijansiya arasından ve giderek yoksullaşan küçük burjuvaziden proleter olmayan unsurları kendine çekiyor – bunların yoldaşça dayanışma ruhu ve duygusunu benimsemesi çok daha zor.

Özellikle aile hayatında yıkılması zor ve uzun süredir yerleşmiş eski alışkanlıklar sürüyor. Erkeğin kadınla kurduğu hükmedici ilişki, çocukların ebeveynlerine körce itaate zorlanması – mevcut ailenin temeli bu. Kapitalizm, kadınları, gençleri ve hatta çocukları fabrikalarda çalışmaya zorlayarak bu alışkanlıkları yıkıyor ve –özel kazançları sayesinde– onlara kısmen ekonomik bağımsızlık kazandırıyor. Ancak bu durumda aile üyeleri arasındaki eski ilişkilerin korunması halinde, ailenin reisi çoğunlukla kendi karısının ve çocuklarının sömürücüsü haline geliyor. Genelde kadınların köleleştirilmesi işçi sınıfının güç toplamasını engeller, saflar arasında yoldaşlığı azaltır ve kadınları devrimci mücadeledeki işçi için bir engel ve yük haline getirir. Çocukların köleleştirilmesi ise gelecekteki savaşçıların sosyalist bir tarzda yetiştirilmesine zarar verir. Bu nedenle sosyalistler, hem sözle hem de eylemle, aile içindeki köleleştirmenin her tür izine direnmeli, bunu özel veya önemsiz bir mesele gibi görmemelidirler. İşyerlerinde propaganda yapan işçiler çoğunlukla bunu kendi aileleri içinde yapmayı ihmal ediyor, eşlerinin geri kalmasına göz yumuyorlar. Bugün bile işçi sınıfı aileleri içinde barbarca olayların yaşandığını görüyoruz. İşçi sınıfı ailelerinin şimdiden sosyalizm ruhuyla işlenip yoldaşça emek ilişkilerinin gücüyle dönüşüme uğratılması gerek.

Sosyalizm aynı zamanda yeni bir bilim ve yeni bir felsefeyi gerektirir. Sosyalist bilginin yaratılması, bilimin sadeleştirilip bütünleştirilmesini; farklı uzmanlıkların anahtarını oluşturabilecek ve hepsine kolayca vâkıf olunmasını sağlayacak genel araştırma yöntemlerinin yenilenmesini gerektirir. Farklı bilim dalları ile felsefe tarzlarını böyle bir duruma getirmenin çok büyük çaba gerektirdiği aşikâr, ama o zaman kitlelere nüfuz edecek ve gelişmek için çok daha sağlam ve geniş bir temele sahip olacaklardır.

Bilim gibi sanat da insan deneyimini bir bütün içinde birleştirme gücüne sahiptir; şu farkla ki, sanat bu deneyimi soyut kavramlar altında değil yaşayan imgelerde düzenler. Bu özelliği nedeniyledir ki sanat bilimden daha demokratiktir, kitlelere daha yakın ve onlar arasında daha yaygındır. Proletaryanın, kendi duygularının, kendi arzu ve ideallerinin sindiği kendi sanatına ihtiyacı var. Bunun oluşumuna götürecek ilk adımlara şimdiden işaret edebiliriz. Daha bu ilk adımların bile olağanüstü zor olduğu bir gerçek. Proleter kökenli olmayan kimi sanatçı ve şairler güçlerini sosyalizmle birleştirdi ve yetenekleriyle büyük davaya hizmet etmek istiyorlar. Öte yandan, işçi sınıfı çevrelerinde, sanatın gücüyle proletarya ruhunu ifade etmek isteyerek yazarlığa başlayanların sayısı her geçen artıyor. İlk gruptakiler proletaryanın bakış açısına yerleşmeyi, hayatı onun gözünden görmeyi, onun yüreğiyle hissetmeyi büyük ölçüde başaramıyor; ikincilerse sanat eğitiminden; deneyimlerini, en derin duygu ve düşüncelerini imgelerde açıkça ifade etme becerisinden yoksunlar. Ama çalışma ve yetenek sayesinde zamanla bütün bunlar başarılacak. O zaman kitleler arasında yeni bir sanat yayılacak, mücadeleyi teşvik edip ona kılavuzluk edecek, ve parlak bir geleceğin yolunu açacak.

Proletaryanın kendi sosyalist kültürünü daha şimdiden, kapitalist bir sistem içinde oluşturabileceğini söylemek elbette safdillik olur. Hayır, o kadar hızla gerçekleştirilemeyecek kadar büyük bir iştir bu ve önünde çok büyük engeller vardır. Başka sınıflara karşı sürekli mücadele etme gereği bile, tek başına, yeni ortaya çıkan kültür üzerinde özgül bir damga bırakır; onu toplum hayatının çelişkilerini yansıtmaya zorlar, ancak sınıf mücadelesinden kurtulmuş birleşmiş bir toplumda sosyalizm tesis edildiğinde mümkün olacak düzenleme ve uyuma ulaşmaktan alıkoyar. Fakat o durumda bile, kültürün nihai biçimini almış olup gelişmesini durdurabileceği bir nokta olmayacaktır. İnsan hayatının amacı tamamlanma değil, yaratıcılık ve sürekli ileri doğru harekettir.

Bu amaç, geçmişteki veya günümüzdeki herhangi bir sınıftan daha çok proletaryaya yakındır. Eski toplumla eşi görülmemiş bir mücadele içinde, hayatın her alanında –gündelik işlerde, toplumsal faaliyette, aile içerisinde, bilimsel ve felsefi bilgide, sanatta– kendi kültür formlarını yaratan proletarya giderek kendi usûlünce yaşayacaktır.