Bütün kadınları özgürleştirmeyi amaçlayan bir feminizm anti-kapitalist olmalıdır

158 views
46 mins read
158 views
46 mins read

Olimpia Malatesta-Nancy Fraser

Çeviri: Sevil Kurdoğlu

Endüstriyel Gerileme Kuşağı’ndaki yerlerde işçi kadınlar, renkli derililer ve beyaz erkekler birbirlerini doğal müttefikler olarak görmeyebilirler. Ama Nancy Fraser’in Jacobin’e söylediği gibi, kapitalizmdeki ortak düşmanımızın farkına vardığımızda sosyal çoğunluğu birleştirmenin de bir yolu vardır

Nancy Fraser: “Bütün kadınları özgürleştirmeyi amaçlayan bir feminizm anti-kapitalist olmalıdır” – Olimpia Malatesta

Eşitlik için savaşta bütün feministler aynı değildir. İklim çöküşüne karşı genç grevcilerin cesaretinin büyük şirketleri yeşil yıkamasından[1] tamamen farklı olması gibiUluslararası Kadınlar Günü’ndeki yıllık grevlerin Hillary Clinton benzerlerinin öne sürdüğü liberalizmin tek feminist politika olmaktan çok uzak olduğunu gösterdiği gibi.

Bu konuda sadece birkaç yazar Nancy Fraser kadar açık oldu; kendisi yönetim kurullarına ve parlamentolara daha çok kadın yerleştirmeyi amaçlayan feminizmlerin keskin bir eleştiricisidir. Onun Cinzia Arruzza ve Tithi Bhattacharya ile birlikte yazdığı %99 İçin Feminizm kitabı sosyal çoğunluğun ihtiyaçlarına odaklanmış bir feminizmi ileri sürer.

Bu feminizm sadece dar işyeri sorunlarıyla sınırlı değildir; onun çok ötesindedir. Onun yerine, %99 İçin Feminism sosyal çoğunluğun ortak bir ajanda etrafında nasıl bir araya gelebileceği; anti-ırkçı, LGBT’lerin kurtuluşu ve erkek şiddetine karşı mücadele cephelerinin çalışan insanların maddi çıkarları [mücadelesi] ile birleştirilmesi hakkındadır.

Olimpia Malatesta ile yaptığı bu söyleşide Fraser, işçi hareketinin geleneksel taleplerinin ötesine bakmamıza; anti-kapitalist mücadelenin sosyal çoğunluğu nasıl birleştirebileceğini, partilerle ve devletle angajmanın feminizmi %99 için bir feminizme ilerleteceğini görmemize yardım ediyor.

OM: %99 İçin Feminizmin anahtar meziyetlerinden biri, bugün hala ağırlıklı olarak kadınlara yıkılmış olan “yeniden üretici emeğin” önemini vurgulaması. Bu, sadece “üretici emek”i (ücretler, saatler, vb.) dikkate alan pek çok anti-kapitalist analizden farklı. Sınıf mücadelesini evrensel sağlık hizmeti, kamusal eğitim, kamusal ulaşım ve kamusal konut gibi hizmetler için mücadele ederek yeniden üretim alanına genişletmeyi öne sürüyorsunuz. Ama bu başka bir soruyu ortaya atıyor. Eğer refah normal olarak devlet tarafından garanti ediliyorsa, ama şimdi onu söküp atan da devletse, feminizm devletin kendisiyle nasıl bağlantı kuracak? Feminist hareketlerin ilerici partilerin gelişmesiyle angajmanı mı olmalı? (ya da Bernie Sanders, Alexandra Ocasio-Cortez ve diğerlerinin yaptığı gibi var olan partilerin radikalleşmesiyle mi?)

NF: Bütün ilerici güçler gibi, feministlerin de yapması gereken şey, devletlerin mali sektör adına dayattığı kemer sıkma politikalarına karşı kamusal hizmetleri savunmaktır. Kamusal hizmetlerin zayıflatılması ve metalaştırılmasına karşı çıkmalıyız. Ama bu yeterli değildir.

Mali sektör, ülkeleri birbirine düşüren küresel bir güçtür. Pek çok insanın doğru dürüst bir devleti yoktur; başarısız devletlerde, göçmen kamplarında veya kleptokrasilerde yaşamaktadır. Bir devleti olanlar bile yatırımcılar ve bankaların yarattığı aşağıya doğru bir yarışın girdabına kapılmışlardır.

Dolayısıyla, yalnızca devlet temelli yaklaşımlar cevap olamaz; küresel bir karşı güce ihtiyacımız var. Kemer sıkma politikalarına karşı mücadele, ancak devlet temelli mücadeleleri uluslararası mali düzeni dönüştürmeyi amaçlayan uluslar ötesi mücadelelerle ilişkilendirebilirsek başarılı olabilir. Sadece ulusal olarak değil, sosyal haklar mücadelesi için savaşmayı taahhüt eden karşı sınırdakilerle ittifaklar inşa etmeliyiz.

Sorunuzun, feministlerin anti-kapitalist partiler ve sol siyasal akımlarla nasıl ilişkilenebileceğine dair, ikinci kısmına da cevap vermek isterim. Bu bir tarafıyla taktik bir sorundur, yerel özellikler ışığında mücadeleye konu olan tek tek sorunlar temelinde karar vermek gerekir. Ama bu kararlara iki genel düşünce kılavuzluk etmelidir.

Birincisi, bütün kadınların özgürlüğünü amaçlayan herhangi bir feminizmin kendisi anti-kapitalist olmalıdır; liberal, kapitalizm yanlısı feminizmler en fazla profesyonel-yönetici kadınların ayrıcalıklı, küçük bir tabakasını güçlendirebilir, geri kalan büyük çoğunluk her türlü istismar karşısında kırılganlığa terk edilmiş olur.

İkincisi, feministler olarak, ne kadar kalabalık ve radikal olsak bile, toplumu kendi başımıza değiştiremeyiz. Derin yapısal değişim ancak geniş tabanlı bir anti-kapitalist ittifakla elde edilebilir, bu ittifak toplumsal cinsiyet meselesini henüz öncelememiş radikal hareketler ve siyasal partileri de kapsamalıdır.

Ve bu aynı zamanda hakikaten özgürleştirici feminizmin tek yoludur. Bizim başlıca meselelerimiz toplumsal cinsiyet ve cinselliktir, tabii. Ama bu meseleler bir boşlukta var olmazlar ve parçası oldukları daha geniş sosyal matristen soyutlanamazlar, bu matris sosyal adaletsizliğin diğer büyük fay hatlarını da içerir. Dolayısıyla, feministler ajandamızı geleneksel “kadınların sorunları” anlayışından öteye genişletmelidirler. İşçi hareketlerinin kendi ajandalarını yeniden üretim emeğini içine alacak şekilde genişletmesinde haklı olarak ısrar ettiğimiz gibi. Ancak, biz de kendi ajandamızı kadınları ve herkesi etkileyen bütün bir sorunlar spektrumunu içine alacak şekilde genişletmeliyiz.

ABD’de feminist hareketlerle partiler arasında mevcut bir ilişki var mı? Bu anlamda Demokrat Parti nasıl davranıyor?

ABD’de ikinci dalga feminizm radikal bir anti-sistemik hareket olarak patladı; Yeni Sol’un parçası olarak, siyasi partilerle doğrudan bir ilintisi yoktu. Ama ilerleyen on yıllarda, radikalizmi soldukça, hareketin başat akımları liberalizmi kucakladılar ve Demokrat Parti içinde bir baskı grubu oldular. Bunun problematik olduğu ortaya çıktı, çünkü tam da bu anda parti neoliberalizasyon ve finansallaşma için bir güç olmak üzere kendisini dönüştürüyordu.

Bunun etkisi, Demokratlar içindeki “resmi feminizm’’le çalışan sınıflara derinden zarar veren politikaların ilintilendirilmesi oldu. Bu da, Sol’dakiler de dahil olmak üzere, bütün Amerikan feministlerinin hayatını zorlaştırdı. Sıkıntı, iki partili sisteme kilitlenen ve bir üçüncü (veya dördüncü veya beşinci) partinin ilgi görmesini imkânsız hale getiren seçim sistemimizin tuhaflıkları yüzünden daha da katmerli hale geldi. Bu da Demokrat Parti’yi tek oyun kurucu haline getirdi. Gidecek bir yeri olmayan radikal hareketler yalnızca onun yönelimini değiştirmek için mücadele ederek siyasal nüfuz kazanma egzersizi yapabilirler.

Bugün olan da tam budur. Demokratlar Clinton/Obama kanadı (onları “ilerici neoliberaller” diye adlandırmaktayım) ile Sanders/Warren/AOC [Alexandria Ocasio Cortez] (“demokratik sosyalistler” veya ilerici, büyük-şirket karşıtı popülistler) arasında bölünmüşlerdir. Bu iki güç şimdi partinin kontrolünü ele geçirmek için hayatlarının mücadelesini vermektedirler. Bu mücadelede feministlerin Sol ile aynı hatta olması gerektiği konusunda hiçbir kuşkum yok; hatta, aynı zamanda feminist ajandayı merkezine koyması gerektiğinde ısrarlı olsak bile.

Kitabınızda, kariyerlerine odaklanan daha zengin kadınların (çoğunlukla göçmen ve ırk ayrımcılığına maruz kalan) daha yoksul kadınları evlerinin, çocuklarının, ebeveynlerinin bakımı için çalıştırmalarına izin veren “küresel bakım zincirleri” ve “bakım işi krizi”nden bahsediyorsunuz. İleri sürdüğünüz gibi, düşük ücretlerle çalışan bu kadınlara kendi ev ve aileleriyle ilgili sorumluluklarını yerine getirecek zaman kalmıyor ve bu işleri sınırların ötesinden gelen daha da yoksul kadınlara transfer ediyorlar. Bu “küresel bakım zincirleri” kavramını açıklar mısınız? Bu zincirin tepesindeki kadınların çıkarlarının aşağıdakilerin çıkarlarından radikal olarak farklı olduklarını göz önüne alırsak, nasıl olur da aynı feminist mücadele içinde yer alabilirler? Ortak bir savaş alanı var mı?

Bu çok yerinde bir soru. “Küresel bakım zincirleri” ifadesini tam da kimin ortaya attığı bilinmiyor, fakat pek çok kişi Amerikalı bir sosyolog olan Arlie Hochschild’i kaynak gösteriyor. Çok alıntılanan, “Sevgi ve Altın” (“Love and Gold”) başlıklı makalesinde, sevginin yeni altın olduğunu ve bu yeni “doğal kaynağı” Küresel Kuzey’in Küresel Güney’den çıkarıp aldığını söylüyor. Nasıl ki daha erken zamanlarda kıymetli metaller çıkarılıp alınıyorduysa, şimdi de bakım çıkarılıp alınmaktadır, böylece ayrıcalıklı Kuzeyli kadınlar talepkâr işleri yapabilmekte, şirketlerdeki kariyer merdivenine tırmanabilmekte veya prestijli hukuk firmalarında partner olabilmektedirler.

Bunu yapmak için, kendi ev ve bakım sorumluluklarını başkalarına yüklemektedirler. Erkek partnerleri sorumlulukları üstlenmemekte, kamusal hizmetler kesintiye uğramakta; kime dayanacaklar? Yanıt: çoğunlukla ırkçılığa maruz bırakılan, dünyanın bir ucundan gelmiş, kendi ailelerini diğer daha da yoksul kadınlara bırakan -hatta onların da daha da yoksul olanlara bıraktığı- göçmen kadınlar. Ama tabii bu bir çözüm değildir. Bakımdaki açığı kapatacağına, onu, sadece, zincirin aşağısındaki daha az ayrıcalıklı olan kadınlara atmaktadır. Sandalye kapmaca oyunundaki gibi, müzik durduğunda birisi sandalyesiz kalacak. Aslında, şehirli ayrıcalıklı kadının kurtuluşu periferiden koparılan “altına” dayanmaktadır.

O halde küresel kızkardeşlik bunun neresinde, diye soracaksınız şimdi. Benim görüşüm bunun feminist politika hakkında düşünmenin en iyi yolu olmadığıdır. Ben, toplumsal cinsiyet eşitliği, cinsiyetçiliğin kaynakları ve neyin nasıl değişmesi gerektiği hakkında farklılıkları ve birbirleriyle rekabet içinde olan bir dizi feminizmin olduğunu söylemeyi tercih ederim. Sınıf ve ırksal/etnik/ulusal yönelimleri itibariyle bu görüşler arasında keskin farklar vardır. Böyle bakıldığında, feminizm küresel bir kızkardeşlik değil ama politik-ideolojik bir savaş alanıdır. Ve bu iyi bir şeydir; bu meseleler üzerinde mücadeleye ihtiyacımız var.

Bütün kadınların aynı çıkarları paylaşıp paylaşmadığını sorabilirsiniz. İnsanların çıkarlarını mevcut yapılar ve kurumlarla bağlantılı olarak tanımladıklarını varsayarsak, tabii ki değil. O halde, göçmen bakım işçilerinin çıkarları, onları uzun saatler, düşük ücretle ve işçi haklarına sahip olmadan çalıştırmak üzere istihdam eden ayrıcalıklı kadınların çıkarlarıyla doğrudan çatışma halindedir. Diğer yandan, çıkarlara dair mevcut anlayışı dokunulmaz olarak almamalıyız. Kriz zamanlarında, pek çok insan radikalleşir ve çıkarları hakkındaki anlayışları farklılaşır. Sosyal dönüşüm projelerine ilgi duymaya başlar ve çıkarlarını yeni bir bakış açısıyla yeniden tanımlarlar. Belki de, şimdi neoliberal reformların taraftarı olan profesyonel-yönetici kadınlar sınıfından bazıları, deyim yerindeyse, “inancını değiştirecek”, %99 için feminizmin tarafına geçecek. Ama bu ancak hareketimiz büyük, güçlü, herkese daha iyi bir hayat vaadinde inandırıcı olursa olabilir.

Bakım kriziyle ilgisi itibariyle bu ne demektir? %99 için feministler “üretim” ile “yeniden üretim” arasındaki bütün ilişkiyi değiştirmeyi amaçlarlar. Anlamlı bir yaşama sahip olmak için hiçkimse haftada altmış ya da yetmiş saat çalışmak zorunda olmamalı. Herkesin çok daha az saatli bir çalışma haftası olmalı ve aile hayatı için, politikaya katılmak için ve hoşlandığı diğer şeyleri yapmak için daha çok vakti olmalı. Hiçkimse, bizi yaşamımızın temel bir eyleminden alarak diğerine vermek zorunda kaldığımız sıfır toplamlı bir oyuna hapsolmamalı. Herkesin -devletten, arkadaşlardan, komşulardan ve sivil toplum birliklerinden- bol, cömertçe sunulan bakım hizmetine erişimi olmalı. Ancak ve yalnızca bu yaklaşımla mevcut bakım krizini çözebilir ve hayatı herkes için daha iyi hale getirebiliriz.

Manifesto kadınların büyük çoğunluğunu dahil etmeye yetkin bir feminizmi ve fakat aynı zamanda da radikal bir sosyal dönüşümü onaylıyor. Böyle yaparken, ilerici neoliberal veya yönetici (managerial ç.n.) feminizmin ikiyüzlülüğünün, onun “cam tavanı kırmak” ideolojisinin -(olanakları ve insan sermayesi daha az olan) diğer kadınları “bodrum katında” bırakan- peçesini indiriyorsunuz. Fakat manifestonuzun hedef kitlesi kimdir; feminist aktivistler mi ya da gelecekteki potansiyel aktivistler mi? Teşhisiniz doğru olsa bile, bu bireyci, sınıf ve ırk mülahazalarını kazıyıp atan “yaslanma”[2] fikri hala pek çok kadın nazarında güçlü; özellikle çok da politikleşmemiş olanlarda. Ve her ne kadar neoliberal ideoloji yavaş yavaş solmaktaysa da sadece en tepedeki %1 arasında değil orta sınıf kadınlar arasında ve belki bazı yoksul kadınlar arasında da hala bir neoliberal antropoloji var. Bu cinsten bir feminizmi tamamen reddetmeli miyiz? Ya da onu sosyal ve ilerici amaçlar için kullanmanın bir yolu var mı? 

Orta ve üst sınıftan pek çok insanın iyi düşünülmemiş ortak aklının liberal veya neoliberal olduğunda haklı olabilirsiniz. Ama o ortak aklın diğer katmanlarda güvenilirliğini kaybettiğini düşünüyorum. O neoliberalizmin duvara çarptığı şu zamanlarda, yoksullar ve işçi sınıfı onun kendilerine bir şey vermediğinde ısrarcılar, orta sınıfın alt yarısı da öyle. Ve bu da %99 için bir feminizm fikrini boş hayal olmaktan çıkarıyor: sosyal gerçeklik bizi yolun yarısında karşılıyor.

Daha çok insan kurulu düzenin partilerine ve politikacılarına inancını kaybederken, kalıpların dışında düşünmeyi istiyorlar. Donald Trump, Jair Bolsonaro, Narendra Modi ve burada İtalya’da Matteo Silvani’ye yüzünü dönenler arasında kesinlikle böyle. Ama bu Beş Yıldız Hareketi (Five Star Movement)[3] gibi belirsiz formasyonlara ve Sanders, Jean-Luc Melenchon ve Jeremy Corbyn gibi sol kanat popülistlere yüzünü dönenler için de öyle.

Bu belirsizlik, akışkanlık ve deneyleme ortamında, solcu feministlerin (her çeşitten solcular gibi) kırılmanın içine atlayıp, sadece sağ popülizme değil “ilerici neoliberalizme” de bir alternatif sunması kesinlikle can alıcı öneme sahiptir. İnsanların fikirlerinin çok çabuk değişebileceği bir andayız, en iyi fikirlerimizi bu karışımın içine atmalıyız.

Manifestoyu kimin için yazdığımızı soruyorsunuz. Bir dizi farklı okur için. Kısmen, sol feminizme ilgi duyan çok sayıda çok genç kadının (ve genç erkeklerin de!) olduğu radikalleşmiş ve aktivist olmak isteyen bir grup için. Pek çoğu henüz ne kapitalizm ne feminizm ne de sosyalizm hakkında bir şey biliyor. Yeni politize olmuşlar ve kılavuz olacak bir perspektife açlar.

Ve “sosyalizm” kelimesini reddetmiyorlar… en azından ABD’de.

Bu açıdan ABD’nin Avrupa’dan farklı olduğu doğru. Tarihsel olarak, Avrupa’da büyük sosyalist partiler vardı. Pek çoğu bugün çöküyorlar, çünkü neoliberalizmi desteklediler. ABD’de ise, tersine, neredeyse bir yüzyıldır kendisine “sosyalist” diyen önemli bir parti olmadı. Dolayısıyla, bizim için o kelimeyi geri istemek daha kolay olabilir; siz [Avrupa’da] yeni kelimeler bulmak zorunda kalabilirsiniz. Fakat her iki kıtada da (ve tabiî diğerlerinde de!) pek çok insan, bazı zaten feminist olanlar ve bazı şimdi feminist olanlar da dahil olmak üzere, Sol’a yöneliyor.

Bunlar pek çok ülkede manifestoyu okuyanlar arasında. Siyasi partiler ve sendikalarda bazı gruplar okuma gruplarında üyelerini eğitmek için kullanıyorlar. Üniversitelerde de manifesto hem toplumsal cinsiyet çalışmaları programlarında hem de diğer departmanlar ve programlarda okunuyor. Şimdiye kadar özel olarak feminizmle ilgilenmemiş ama işçi hareketinin, ırkçılığa karşı hareketin ve çevreci hareketin sol kanadında yer almış okurlar da var.

Bu önemli, çünkü manifesto diğer hareketler için de bir model olarak kullanılabilir. Yeşil aktivistler stratejimizi %99 için bir çevrecilik geliştirmek için uyarlayabilirler; ırkçılığa karşı olanlar %99 için bir anti-ırkçılık formüle edebilirler vb. Nihayet, hatırlayalım ki, manifestomuz yirmi dilde eş zamanlı olarak yayımlandı ve birkaç çeviri daha yolda. Bu da gösteriyor ki, bu cinsten bir düşünce için yaygın bir açlık var, daha önce birbirinden ayrı olan ama şimdi yakınlaşmakta olan farklı okuyucu çeşitliliğine cazip geliyor.

Çok fazla insan, feminizm ve ırkçılık karşıtlığının kaçınılmaz olarak “sınıf” içinde gereksiz çekişmeler yaratacağını (sanki sınıf sadece beyaz işçi sınıfı erkeklerinden meydana geliyormuş gibi) ileri sürerek, her şeyi “beyaz işçi sınıfı”na indirgiyor. Buna nasıl cevap verirsiniz? Eğer Endüstriyel Gerileme Kuşağı’daki[4] pek çok beyaz işçi sınıfı erkeği Trump’a oy verdiyse, sol kanattaki bir politik güç onları feminizm ve anti-ırkçı mücadelenin sadece rekabet halindeki kimliklerin tanınması olmadığına, fakat asıl olarak kaynakların dağıtımı sorunu olduğuna nasıl ikna edebilir? Sol, imalat, madencilik ve inşaatla bağlantılı işçileri, hizmet, ev işi ve kamu sektöründen ücret alanlarla -yani özellikle kadınları, göçmenleri ve renkli insanları kapsayan bir grupla- birlikte hareket etme kapasitesi olan bir hegemonik bloku nasıl yaratabilir?

Sol, normal olarak kendilerini müttefikler olarak düşünmeyen bu grupların her ikisini de şimdi tam da bunu yapmaları gerektiğine ikna etmeli. Bu her iki gruba da göstermeliyiz ki, problemleri yüzeyde ne kadar farklı gözükürse gözüksün, kökleri tek ve aynı sosyal sistemdedir, o da finansallaşmış kapitalizmdir. Bu da onlara her grubun üzerinde diğeriyle ilişkili olarak kendi yerini bulabileceği, ortak düşmanı tesbit edebileceği ve düşmana karşı güçlerini birleştirmeyi tasavvur etme imkanını vereceği bir harita sunmak demektir. Sol’un şimdi ne yapması gerektiği hakkındaki genel fikrim budur.

Manifesto bu cinsten bir stratejinin bir örneğidir. Şüphesiz, ne ABD’deki Endüstriyel Gerileme Kuşağı’ndaki yerlerde Trump’a oy veren katmanlara doğrudan hitap ediyor ne de onların başka yerlerdeki benzerlerine. Ama saygınlığımızın olduğu geniş bir feminist ve sol kanat liderliklerine hitap ediyor. Ve söylediğim gibi, bu okurlar için, diğerlerinin de saygınlıklarının olduğu kendi taraftar grupları için uyarlayabilecekleri bir eskiz sunuyor.

Yeri gelmişken, başka bir yerde de (Eski Ölüyor Yeni Doğamıyor’da) Trump’a oy vermiş Endüstriyel Gerileme Kuşağı’ndaki seçmenlerin en azından bazılarıyla geçmişte onun neoliberal muhaliflerini (Obama, Clintonlar ve şimdi Biden) desteklemiş ABD işçi sınıfının (kadınlar, renkli derililer, göçmenler) diğer fraksiyonlarını birleştirebilecek bir sol popülist strateji önerdim. %99 için feminizmi bu potansiyel karşı hegemonik ittifakın bir damarı olarak görüyorum, diğer damarlarla beraber.

Endüstriyel Gerileme Kuşağı’ndaki işçileri kazanmak için sol popülizm ne yapmalı? Nihayetinde, çoğunluğu büyük ihtimalle özü itibariyle ırkçı, homofobik, mizojin vb değiller (bazıları gerçekten öyle olsa da). Onlara yeniden hitap edebilmenin bir yolu olmalı.

Evet, tam olarak öyle. Onlara hitap edebilmek çok önemli. Eğer etmezsek, onları Sağ’a teslim ederiz. İlk yapmak gereken şey meşru şikayetlerinin olduğunu kabul etmektir. Bu aynı zamanda, onlara onurlu bir yaşam için bazı imkanları, çocuklarının daha iyi hayatlara sahip olacaklarını umut etme sebebi veren -şimdi paramparça olmuş olan beklentiler- ekonomi politiği mahveden ana akım neoliberal partileri reddetmelerinin bir sebebi olduğunu tanımaktır.

Problem, pek çoğunun -en azından şimdilik- kimin suçlu olduğunun yanlış yorumunu sunan perspektiflere yönelmiş olmalarıdır. “Kızgın olmakta haklısınız, ama yanlış şüpheliye işaret ediyorsunuz: göçmenler, renkli derililer, Meksikalılar veya Müslümanlar, Afrikalılar veya Yahudiler suçlu değildir. Gerçek suçlu küresel finans ve neoliberalizmdir.”

Bu aynı zamanda sol popülizm ile sağ popülizmi nasıl ayırdedebileceğimiz hakkında fikir verir. Her ikisi de “halka” yukarıdan zulmettiği düşünülen elit bir katmana karşı bir kitleyi harekete geçirirler. Ama, sağ popülistler eş zamanlı olarak “halkı” kösteklediklerini iddia ettikleri aşağıdaki bir katmana (bunlar siyahlar, Latinolar, göçmenler veya Müslümanlar veya Araplar veya Yahudiler olabilirler) karşı da harekete geçerler.

Sağ popülizm, böylece, “daha yukarıdaki” ve “daha aşağıdaki” düşmanlar arasında sıkışmış, kuşatılmış “halkı” ortaya yerleştirir; bu durum zengin elitlere karşı hoşnutsuzlukla dezavantajlı azınlıkları günah keçisi yapmanın bir araya gelmesidir. Böyle bir günah keçisi pratiğinden çok uzakta, [sol popülizm] onun yerine “halk”ın genişletilmiş bir anlayışına başvurur, orta ve alt katmanları (umudumuz bu yönde olacağı) küçük bir üst sınıfa veya elite karşı birleştirir. İşgal (Occupy) hareketi %99 adına %1’i hedef aldığında bunu mükemmel bir şekilde hayata geçirdi.

Başka bir anahtar farklılık daha var. Sağ popülistler nefret edilen elitlere kimlikçi adlandırmalar verirler, sol popülistler ise onları toplumdaki işlevleri veya yapısal pozisyonlarıyla belirlerler. Dolayısıyla, sağ popülistler “liberal laiklere” veya “Yahudi bankerlere” veya “eşcinsellere” hücuma geçerken sol kanattakiler “Wall Street” veya “Big Tech” veya “küresel finans”ı hedef alırlar.

2017 sonbaharındaki bir makalede, hem ilerici neoliberalizmin (çok kültürlülük, feminizm, LGBTQ ve çevrecilik ile “ABD ekonomisinin Goldman Sachsçılaşması” diye adlandırdığınız şeyle ittifakının) hem de gerici liberalizmin (neoliberal dağıtım politikasının gerici bir tanıma politikası ile birleşmiş hali) ekonomik krizden sonra ABD’deki hegemonyasını yavaş yavaş kaybettiğini ileri sürdünüz. 

Onların arkasından gelen “hegemonik boşluk” (ilerici ya da gerici olsun) popülizmin yükselişiyle dolduruldu. Daha kuvvetli bir dağıtım politikası vaadi sayesinde bu hegemonya savaşını önce Trump kazandı.

Sizin belirttiğiniz nokta, her ne kadar Trump 2016’daki kampanyasında kendisini “gerici bir popülist” olarak sunmuş olsa da gerçek politikalarının onun maskesini düşürdüğü ve “hiper gerici bir neoliberal” olduğunu gösterdiğiydi. Yani, dağıtımcı politikayı terk etti ve yalnızca gerici bir onaylanma politikası sürdürdü. Bu gerici (patriyarkal, mizojin, homofobik, ırkçı) kimlik politikasının yoğunlaşması, dağıtımcı bir politika olmadan dayanıklı bir konsensüsü sürdürmek için yeter mi?

Trump üzerine olan bu dramanın ilerleyişini izlemek çok ilgi çekici: her gün bir gün öncesinden daha şok edici bir şey ortaya çıkıyor. Ama Trump imalat sanayiinde yüksek ücretli iş imkânı yaratmak ya da çürümekte olan altyapımızı yenilemeyi amaçlayan büyük kamu projelerini gerçekleştirmek için parmağını bile kıpırdatmadı. ABD’de bile çökerek insanların ölümüne yol açan köprülerimiz var.

Kampanyasını böylesi büyük kamu projeleri sözü üzerinden yürütmesine rağmen, hiçbir şey yapmadı; hayal dünyasını tercih ediyor, Meksika sınırında “güzel bir duvar” inşa ettiğini iddia ediyor. Çin ile giriştiği gümrük vergisi savaşı da hayalci ve dürüst değil. Dünyanın bütün ulusal popülist retoriği bir araya gelse ona oy veren mavi yakalı tabanın onun tutarsız politikalarından hiçbir yarar görmediğini saklayamaz. Eğer Trump, kapitalist sınıfın yararına düzenlenmiş, entegre olmuş bir dünya ekonomisinde tedarik zincirlerine zarar veriyorsa bunun işçilere bir yararı olmaz.

Dolayısıyla, evet, Trump bir hiper gerici neoliberal olarak yönetiyor. [Söyleşinin Trump’ın seçimleri kaybettiği 2020 başkanlık seçimleri öncesinde yapıldığı dikkate alınmalı; e.n.] Bunu daha ne kadar sürdürebilir? Kimse bilmiyor. Açıktır ki, başkan olarak eylemleriyle, bir düzeyde, popülist vaatlerinin cazibesine kapılan destekçilerine ihanet etti. Ama 2020’de kaç tanesi karşı tarafa geçecek? Bu sunulan diğer tekliflere bağlı.

Trump’ın bazı seçmenleri geçmişte Demokratik Parti’ye oy vermiş sendika üyeleridir. Bazıları, ırkçılıktan uzaktırlar ve Occupy retoriğini soldan yaptığı kampanyaya yönlendirince hem 2008’de hem 2012’de Obama’ya oy verdiler. Aynı şekilde ilginç olan, bazılarının ön seçimlerde Sanders’e oy vermiş olmasıdır. Demokratlar onları geri kazanabilirler mi? Bence, yapabilecekleri en iyi şey, , her ikisi de sol popülist bir kampanya yürüten Bernie Sanders veya Elizabeth Warren gibi, solcu olduğu için özür dilemeyecek birini aday göstermektir. Böyle adaylar bu katmanın şikayetlerinin gerçek temsilcileri olabilir ve Trumpçı günah keçisi yaratmanın yerine gerçekte neyin yanlış olduğu ve değiştirilmesi gerektiğine dair geçerli bir yapısal teşhisi koyabilirler. Bunun tersine, Joe Biden gibi merkezdeki bir ilerici neoliberal aday beyaz işçi sınıfı oylarını Trump’a geri götürecektir.

Neden içinde bulunduğumuz anı tarif etmek için “faşizm” kategorisinin uygun olmadığını düşünüyorsunuz? 

İçinde bulunduğumuz anı sahici bir açıklık ve büyük bir akışkanlık anı olarak görüyorum. “Eskinin ölmekte olduğu ama yeninin doğamadığı” bir ara dönem de diyebilirsiniz isterseniz. Müesses ortak akıl parçalanırken, insanlar haritanın her yanına dağılmış. Bir gün Melenchon için oy verirken ertesi gün Marine Le Pen için oy veriyorlar.

Bu bağlamda, faşizm hayaletini yardıma çağırmak ters tepebilir. Kabul, Trump’ın politikaları ve söylemi nefreti ve dışlayıcı ve ırkçı şiddeti kışkırtttı. Ama, faşistler kapıdalar ve liberallerle safları sıkılaştırmalıyız demek tamamen yanlış. Hala bir çıkış yolu var ve şimdi onu yakalamalıyız.

Bunda başarılı olamazsak, gerçekten de faşistler kapımıza dayanabilirler. O zaman gelirse, herhangi bir anti-faşist liberalle omuz omuza savaşacağım. Ama şimdi o noktada değiliz. Tersine, bu tehlikeli sağ kanat popülizmini başımıza saranlar liberallerdir; onların “ilerici neoliberal” projesi Trump’ın yükselmesini mümkün kıldı. Ve onları tekrar iktidara getirirsek, daha da tehlikeli bir sağ popülizm, hatta Trump’ınkinden daha kötü olanı için koşulları yaratacaklardır.

2 Ekim 2019

Dipnotlar:

[1] Büyük şirketlerin iklim krizi karşısındaki, aslında onu ciddiye almayan, sahtekarca politikalarını tanımlamak için beyin yıkamaya atfen yeşil yıkama ifadesi kullanılmaktadır.

[2] Facebook’un CEO’su Sheryl Sandberg’in 2013 yılında yayımlanan “Lean In:Women, Work and the Will to Lead” başlıklı, best-seller olan kitabına atfen (leaning – lean in: yaslanmak – yaslan) adıyla anılan bir çeşit feminizm ortaya çıktı. 2018’e gelindiğinde Facebook’un karıştığı, büyük şirketleri ve ana akım siyasi partileri içine alan bir dizi skandal bu feminizmin de sonunu getirdi.

[3] Ekim 2009’da, İtalya’da komedyen ve blogger Beppe Grillo tarafından kurulan, yolsuzluk karşıtı, çevreci, AB karşıtı bir popülist parti. Şimdi artık adı pek duyulmuyor.

[4] Küreselleşme sonucu kullanılmaz hale geldikleri için paslanan makinalar ve fabrikalara atfen ‘Rust Belt’ adı verilen ABD’nin kuzeyindeki eski ağır sanayi bölgesi.


Yazar hakkında: 

Nancy Fraser, New School for Social Research’te felsefe ve politika profesörüdür. Fortunes of Feminism, Unruly Practices adlı kitapların yazarı ve en son olarak ta Feminism for 99%’in eş-editörüdür.

Söyleşiyi yapan hakkında:

Olimpia Matatesta, Bologna Üniversitesi ve Jena Friedrich-Schiller Üniversitesi’nde tarih ve siyaset bilimi doktora öğrencisidir. Halihazırda Alman ordoliberalizminin kavramsal kökleri üzerine bir tez üzerinde çalışmaktadır.

[Jacobin Magazine’deki İngilizce orijinalinden Sevil Kurdoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]