Mustafa Yavuz
ÖN SÖZ
Girit konusuna 2002 senesinde ilgi duymaya başladım. Bu ilginin temelinde, muhacir ve mübadil kökenli Giridli geçmişi önemli bir rol oynadı. Antalya’nın Giridli gettosu denilebilecek Şarampol semtinde doğdum. Çocukluk ve ilk gençlik dönemlerim okul hayatını dışarıda tutarsak, esas olarak şehrin geri kalanı ile fazla bir ilişki içinde olmaksızın kendi mahallemizin/gettomuzun sınırları içinde geçti.
Büyüklerimiz Girit’ten bahsederlerken ulaşılamaz bir memleket üzerine konuştuklarını hissederdik Girit, sanki Akdeniz’de bir ada değil de Kaf Dağı’nın ardında ulaşılamaz bir yerdi. Mahallemizde, hayat tarzımız , kültürümüz ve konuştuğumuz Romeika (Rumca) ile bir Giritli olarak yaşarken anavatanımız Girit hakkında doğru dürüst bilgiye sahip değildik. Ailelerimiz de bu tür konulara girmeye hevesli değillerdi. Onlar, geçmişte yaşadıkları acı tecrübelerin ışığında, topluma ters düşmeden hayatlarını sürdürme ve çocuklarının topluma uyum sağlamalarını kolayIaştırma çabası içindeydiler. Bu tutumu, topluma dayatılan şoven Türk milliyetçiliğinin zorbalıklarının üstesinden gelebilmek için geliştirdiklerini çok sonraları anlayabildik.

Sultan II. Abdülhamit’ten itibaren sistematik bir şekilde Hıristiyanlarda arındırılan Anadolu’ya göç ve mübadele yoluyla toplanmış değişik etnik kökenlere sahip Müslümanlar, yeni kurulan cumhuriyet rejiminin kendine bir Türk milleti yaratma projesinin nesnesi oldular. Türkleştirme siyaseti, muhacir ve mübadiller üzerinde başarı ile uygulanarak anadilleri ve kültürleri sistematik bir şekilde, var olan kadarıyla kamusal alanın dışına sürülerek görünmez kılındı. Ancak bu şekilde asimilasyona tabi olan değişik etnik kökenlerden Müslümanların toplumsal mobilizasyonu, cumhuriyet rejiminin yükseldiği sosyal ve ekonomik temellerin zayıflığından ötürü ağır bir şekilde ilerledi. Bu topluluklar, uzun seneler boyunca toplumun kıyısında kalıp içe kapalı hayatlarını sürdürmeye devam ettiler. Muhacir ve mübadillerin genç kuşakları ise, 1960’larda ortaya çıkan ekonomik ve siyasal imkanları kullanarak toplumsal hayata aktif olarak katılmaya başlarlarken , ev ve akraba ortamına kadar daralan kültürlerini ve geçmişlerine dair hatıralarını unutulmaya terk eder hale geldiler. Muhacir ve mübadiller bir süreden beri yukarıda ifade ettiğim tutumun dışında davranma eğilimine girmiş bulunuyorlar. Geçmişi unutma çabasının, günümüzde yerini, hatırlama ve kültürüne sahip çıkma, yani kendini toplumda görünür kılma çabasına bıraktığı görülüyor. Mesela Marmara, Ege ve Akdeniz sahil şeridine dağıtılmış bulunan muhacir ve mübadil Müslüman Giritliler, çeşitli dernek ve vakıflarda teşkilatlanıyorlar, birbirleri ile irtibat kurarak dayanışma ağları geliştiriyorlar. Bunun ile yetinmeyip ailelerinden bir şeyler bulmak, belki de Ada’da kalmış akrabalarına ulaşabilmek için Girit’e turlar düzenliyorlar. Üniversitelerde de bu konuya dair çalışmaların arttığı görülüyor.
Bu gelişmelere tekabül eden sürecin başlarında, ben de kaybolup gitmekte olan Şarampol Mahallesi’ndeki Giridli hayatına dair notlar almaya başlamış bulunuyordum. Bu mahalle, günümüzde hala Giritli Mahallesi olarak anılsa da, bu karakterini büyük oranda kaybetmiş bulunuyor. Mahalledeki hayat tecrübemizi irdelemeye başladığım andan itibaren muhacir ve mübadil geçmişime dair büyük bir bilgisizlik içinde olduğumu fark ettim. Bir taraftan, hayatta olan az sayıdaki aile büyükleri ve akrabalar ile görüşmeler yaparak hatıraları canlandırıp kayıt altına alırken , diğer taraftan da bu süreç içinde ortaya çıkan sorulara cevaplar bulmak maksadı ile geçmişimizin tarihsel arka planına dair bilgi edinmeye giriştim
Girit üzerine Türkçe yayınlanmış kitaplar, makaleler; yayınlanmış ve yayınlanmamış yüksek lisans ve doktora tezlerini okumaya başlayınca, konu üzerine yapılan çalışmaların büyük bir kısmının şaşılacak ölçüde birbirini tekrarladıklarını gördüm. İnsanın, okuduklarını mukayese etmesini neredeyse imkansız kılan çorak bir ortamdı söz konusu olan. Daha açık şekilde söylemek gerekirse, birbirini tekrarlayan bu çalışmalar, esas olarak resmi tarih kaynaklı ağır bir Türk şovenizmİ ile malûl idi.
Ancak bu araştırmalar, her geçen gün daha çok belge ve bilginin tedavüle girmesini sağlamakla olumlu bir işleve de sahip bulunuyorlar. Bugüne kadar kamuoyundan uzak tutulan bir meselenin, artan bir şekilde kamuoyunun ilgi alanına girmesine hizmet ediyorlar. Bu sürecin önemli ve umut verici diğer boyutu ise, Türkiye ve Hellas akademisyenlerinin, ortak platformlar teşkil ederek görüş alışverişinde bulunmaya başlamalarıdır. Bu gelişme, meselenin objektif olarak ele alınmasına imkan sağlayan yeni bir mecra açmış bulunmaktadır.
Beni Girit meselesi üzerine araştırma yapmaya sevk eden sebeplerin başında, yukarıda genel olarak ifade ettiğim genel çerçevenin geldiğini söyleyebilirim. Bu konu, aynı zamanda, Türkiye’de demokrasi kültürünün ve sosyalist fikirlerin gelişememesinin nedenleri üzerine yeniden düşünme fırsatı sunması bakımdan da motive edici bir rol oynadı. Kitabı, esas olarak Türkçe ve Almanca kaynaklardan faydalanarak yazdım. Bu iki dilde konuya yeterince açıklık kazandıramadığım durumlarda, İngilizce metinlere başvurdum. Kitap, Ada’nın Osmanlı devleti tarafından fethi ile Osmanl devletinin Ada üzerindeki bütün hakimiyet haklarından vazgeçtiğ 1645-1913 seneleri arasındaki tarihsel süreci kapsamaktadır.
İlk olarak, klasik kurumları bozulmuş, iç çatışmalarla çalkalanan Osmanlı devletinin başlattığı fethin yol açtığı ve yirmi dört sene gibi uzun bir zaman dilimine yayılan Girit savaşlarını ele aldım . Bu uzun savaş süreci boyunca ve sonrasında, Girit Rum ahalisinin dini bir temelde (ihtidalar yolu ile) yaşadığı demografik dönüşümün temel unsurlarını ve Ada’da Osmanlı hakimiyetinin tesis edilmesi ile Girit Rum ahalisinin Osmanlı siyasi sistemi içerisindeki konumunu inceledim. Osmanlı Öncesi Girit ve Girit’te Osmanlı Egemenliği bölümlerinde ortaya koyduğum çerçeve, daha sonraki senelerde, Osmanlı despotizmine karşı girişilen sayısız ihtilal girişimlerinin arka planının kavranmasına hizmet etmesi bakımdan önem taşımaktadır.
Üçüncü bölümde, Büyük Fransız ihtilali ile ortaya çıkan dünya tarihsel plandaki gelişmelerin, Osmanlı devleti ve onun Rum reayası üzerinde nasıl etkide bulunduğunu irdeledim. Avrupa kapitalizmine erken bir dönemde eklemlenmeye başlayan, Mora, adalar dünyası ve dünyanın dört bir yanına dağılmış bulunan kolonilerdeki modern Rum sınıf ve tabakalarının , Rum reayanın Hellenleşmesi (modern anlamda millet) sürecinde üstlendikleri rolü ve 1821 Hellen ihtilalinin Avrupa’da patlayan liberal ihtilaller ile ilişkisini ele aldım .
Osmanlı İmparatorluğu ‘ nun Batı karşısında artan güçsüzlüğü, yeni topraklar kazanmak amacı ile kıyasıya rekabet içinde olan Avrupa güçlerini, çöküş halindeki imparatorluğun mirasının erken bir dünya savaşına yol açmasını önlemek için “statüko”nun korunması konusunda anlaşmak zorunda bıraktı. Çöküş sürecine girmiş bulunan Osmanlı devletinin boyunduruğu altında yaşayan halkların burjuva demokratik ihtilaller çağında yürüttükleri eşitlik ve hürriyet mücadelesi, bu şartlar altında kaçınılmaz bir şekilde Osmanlı devletinin iç meselesi olmaktan çıkarak dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışan Avrupalı büyük güçlerin müdahalesine yol açan milletlerarası bir sorun haline dönüştü . Bu gelişme ile sürekli reform yapma baskısı altında bulunan Osmanlı devletinin ve elitlerinin takip ettikleri reformların içini boşaltma siyaseti nin, meseleleri nasıl içinden çıkılmaz noktalara vardırdığını göstermeye çalıştım.
Girit’in Kavalalı Mehmed Ali Paşa idaresinde kalmasından dolayı Ada’da uygulanmayan Tanzimat reformlarının, 1856 senesinde yayınlanan Hatt-ı Hümayun sonrasında Giritli Hıristiyanların baskısı neticesinde yürürlüğe konmasından sonra, Ada’da başlayan reform sürecinin karakteristik özelliklerini ele aldım. Bu bağlamda 1866 senesinde patlayan, üç sene boyunca küçük bir savaş görünümünü alan ihtilal-i Kebir’i sonuçlandırmak maksadı ile ilan olunan Girit Vilayet Nizamnamesi’ne dair tartışmaları irdeledim. 23 Ekim 1878’de imzalanan Halepa sözleşmesi ile Girit’te yürürlüğe giren reformların neticesinde parlamenter sistemin teşkil edilmesi ve on sene devam bu tecrübenin Il. Abdülhamit tarafından bir darbe ile ortadan kaldırılıp eski rejime dönülmesi, Girit meselesi açısından kritik bir dönemeçtir.
Sultan Il. Abdülhamit’in istibdat idaresi şartlarında, Hıristiyan ve Müslüman ahalinin, dini farklılıklardan kaynaklanan düşmanlıkları aşan bir şekilde liberaller ve muhafazakarlar olarak bölünüp partiler kurmaları, seçimlere katılıp Ada siyaseti üzerinde bir ölçüde söz sahibi olma imkanı elde etmeleri başlı başına büyük bir olaydır. Fakat bu konu, Osmanlı paşalarının ve bürokratlarının yayınlanmış layihaları birçok bilgi içermesine rağmen, Türkçe kaynaklarda önemine uygun bir şekilde henüz ele alınmamıştır. Bu çalışmada, II. Abdülhamit’in istibdat idaresi şartlarında ortaya çıkan Girit’teki parlamenter süreci, imkân verdiği ölçüsünde görünür kılmaya çalıştım.
Bu on senelik parlamenter mücadelenin, dönemin Girit Meclis-i Umumisinin zabıtlarından incelenmesinin, Girit meselesine dair yapılan çalışmalara yeni katkılar sunacak önemde olduğunu düşünüyorum. Burjuva ihtilalleri ve demokrasi çağında, Osmanlı despotizmi tarafından daha yüksek bir gelişme seviyesine ulaşmaları engellenen Giritlilerin, giriştikleri ihtilallerde ortaya koydukları reform talepleri, ihtilallerin burjuva demokratik karakterini anlama bakımından büyük bir önem taşımaktadırlar. Günümüzde sürdürülen benzer tartışmalara ve mücadelelere ışık tutacağım düşündüğüm reform taleplerini ayrıntılı olarak ele alıp bu talepler karşısında Osmanlı idaresinin tutumunu ve bu tutumun Girit Müslüman cemaati üzerinde nasıl bir olumsuz etkide bulunduğunu gösterdim.
Giritli Müslümanlar, şartların uygun olduğu dönemlerde Giritli Hıristiyanlar ile gelecekleri üzerinde söz sahibi olmak için türlü engellemelere rağmen ortak hareket etme girişimlerinde bulunmuşlardır. Ancak millet-i hakime konumlarını kaybetmek istemeyen, bu sebeple de kaderlerini Osmanlı despotizminin be- kasına bağlamış büyük toprak sahibi Müslümanlar ve Ada’nın Osmanlı idarecileri, Giritli Müslüman yoksulları İslami temelde harekete geçirip ihtilalci Giritlilerin karşısında pozisyon almaya zorlamışlardır. Eski rejimin cemaat ilişkileri içinde yaşamaya mahkum edilmiş, hayatlarını İslam dinini referans alarak anlamlandıran Müslüman ahali, Osmanlı devletinin Ada’da gerçekleştirdiği kanlı oyunlara bu temelde kolaylıkla alet edilmiştir.
Girit adım adım Osmanlı hakimiyetinden çıkarken devlet eliyle Anadolu’da Rum ahalinin yaşadığı bölgelere yerleştirilen rövanşist duygularla yüklü Girit Müslümanları, İttihatçı rejimin, Rumları Ege bölgesinden kovma faaliyetlerinde etkin bir rol oynamışlardır. Girit muhacirleri, Osmanlı’nın son dönemlerinde benimsenen Anadolu’nun Müslümanlaştırılması siyasetinin bir parçası olurlarken, daha sonra Giritli Mübadiller ile birlikte Anadolu’nun Türkleştirilmesinin nesnesi haline getirilmişlerdir. Tüm bu alt üst oluşlar sırasında Girit Müslümanlarının yaşadıkları tecrübeler, bambaşka girift bir gerçekliği ortaya koyduğundan, bu kitabın içerisine sıkıştırılmak istenmedi. Bunun yerine, bu özel konu ayrıca ele alınıp bağımsız bir çalışma olarak yayınlanacaktır.
Osmanlı milletlerinin, Büyük Fransız ihtilali’nin idealleri doğrultusunda despotizme karşı başlattıkları ihtilaller, demokrasi tarihimiz açısından belirleyici öneme sahip girişimlerdir. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada demokrasi kültürünün gelişmesi, tarihsel olgularla sahici bir yüzleşme ve Osmanlı milletlerinin verdikleri bu hürriyet mücadelelerinin tarihsel meşruiyetinin teslim edilmesi ile mümkün olabilir. Umut ediyorum ki, elinizdeki kitap bu doğrultudaki çabalara küçük de olsa bir katkıda bulunur.
4 Mart 2016, Zürich