“IŞİD’le mücadele etmek için onun ‘cezbetme gücü’nü kavramak gerek”

168 views
15 mins read
168 views
15 mins read

Terörizm ve radikal İslamcılık uzmanı, Fransız-Amerikalı antropolog Scott Atran ile yapılan Fransız dergi Le Nouvel Observateur’de yayınlanan söyleşi IŞİD ile mücadele konusunda önemli tespitler içeriyor. Sıkça Batı medyasında yer alan Scott Atran aynı zamanda bazı siyasi liderlere din ve terörizm ile ilgili danışmanlık yapmasıyla da tanınıyor. 2 Şubat 2016’da yayınlanan ve Pascal Riché‘nin gerçekleştirdiği röportajı Türkçe’ye Medya Scope için Haldun Bayrı çevirdi. Orijinalini bu linkten okuyabilirsiniz.

63 yaşındaki Fransız-Amerikalı antropolog Scott Atran, terörizm ve radikal İslamcılık uzmanı. CNRS’te (Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi) ve Oxford Üniversitesi’nde araştırma yöneticisi. El Kaide ve IŞİD savaşçılarıyla temasa giren ve Avrupa’da, özellikle Paris banliyösü ya da İspanya’daki yoksul mahallelerden IŞİD’e katılanların yetiştiği zemini inceleyen bir araştırmacı grubunu yönetiyor. 2015 yılının Nisan ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bir sunum yaptı.

Scott Atran’a göre Batılı ülkeler, özellikle de Fransa, terörizm karşısında büyük bir hata işliyorlar: IŞİD’in devşirdiği insanların kafalarından geçenleri ve bu örgütün neden gençliğin bir kısmına bu denli çekici geldiğini anlamakla uğraşmıyorlar. Au nom du Seigneur, La religion au crible de l’évolution (“Tanrı Adına, Evrimin Süzgecinde Din”) (Ed. Odile Jacob) et Talking to the Enemy (“Düşmanla Konuşmak”) (Ed. Penguin) kitaplarının yazarı.

Yakınlarda Amerikan dijital dergisi “Aeon”da uzun bir metin yayınladı.

Di’li gelecekzaman

Fransız hükûmetinin terörist saldırılara cevap verme şeklini nasıl karşılıyorsunuz ?

Atran: Bu sorunun ele alınışındaki ciddiyetsizliğe şaşırmış durumdayım. Bu terörist saldırıların düzenleyicileriyle uğraşmakla yetiniliyor; ama bir saniyeliğine de olsa, IŞİD’in neden gençliğin bir kısmına bu kadar çekici geldiğini anlama çabası gösterilmiyor. Bu hiç kimseyi ilgilendirmiyor gibi. Hükümet bu gençliği sarsan manevi bunalıma, demokrasinin ve liberal değerlerin bitkinleşmesine, yöneticilerle bu gençler arasındaki kopukluğa gözlerini kapıyor. Göçmenlerin entegrasyonları/toplumla bütünleşmeleri hakkında konuşmakla yetiniliyor, ama sorun bunu hayli aşıyor.

Hep aynı uzmanlara, IŞİD’in cazibesine kapılabilen gençlerle hiç teması olmayan akademisyenlere danışılıyor. IŞİD’in hedeflediği gençlere neden hiç danışılmıyor? Olup biteni anlamak için şu ciddi uzmanların hakikaten onlardan daha yararlı olacağı mı düşünülüyor? Terörizmin cazibesine kapılan gençler “nihilist” etiketi altına yerleştiriliyor, ki bu da hiçbir şey anlamamanın en iyi yolu. Oysa gidip onlarla konuşmanın acil telakki edilmesi lazım.

Bilmemek tercih ediliyor. O zaman da “beyinlerin yıkandığı”ndan bahsediliyor, ki bu da tartışmayı baştan engelliyor. Büyük gösteriler düzenleniyor, bu mitinglerde hep beraber bu saldırıların tiksinçliği telin ediliyor ve yüreklere biraz su serpiliyor. Binlerce polis ve asker seferber ediliyor… ama hepsi bu. Sonuçta saldırılardan önce durum ne ise aynen kalıyor. Potansiyel tehlikeli bireylerin daha etkili bir biçimde takibi vaat ediliyor elbette. Bunların her birini önümüzdeki çeyrek yüzyıl boyunca adım adım izleseniz bile, fikirlerinin yayılmasını engelleyemezsiniz.

Çoğu sabıkalı ve marjinal konumda olan, horgörüldüğünü hisseden ve o zamana kadar çok az bildiği bir din adına kalkıp kendini patlatmaya karar veren bu genç kimselerde bir nihilizm biçimi yok mu?

Atran: Nihilizmden söz etmek, hasımlarınızdaki değerlerin varlığını ve inançlarındaki derin samimiyeti inkâr etmenin bir tarzıdır. Nazizmle de aynı hata işlenmişti. Her ne kadar tiksinç de olsa, Hitler bir ahlâk geliştirmişti ve çok sayıda Alman, bu ahlâkı ilerletmek için şanlı fedakârlıklara hazır biçimde coşkuyla benimsemişti onu. Ama o devirde, nasyonal-sosyalistlerin bu zırvalarına inanılmasının imkânsız olduğu zannediliyordu.

New York Museum of Modern Art’taki bir gösterimde, Charlie Chaplin ve René Clair birlikte Leni Riefenstahl’ın bir nasyonal-sosyalizm methiyesi olan “İradenin Zaferi”ni (Triumph des Willens, 1935) seyretmişlerdi; Chaplin gülüyordu! Daha basiretli olan René Clair ise dehşete kapılmıştı; film daha geniş ölçekte dağıtılırsa Batı’nın bir daha kendine gelememesinden korkuyordu. Kaldı ki Nazi savaşçılarının gayretkeşliğinin üstesinden gelmek için Amerikalılarla Sovyetlerin yoğun bir askerî çaba göstermeleri gerekmiştir.

Nazizm gibi IŞİD’in de değerleri var. Bunlar kıyametimsi değerler (IŞİD’in kurtarmak istediği dünyanın büyük bir bölümünü yok etmek istemesi ölçüsünde); ama bir umut ve kendini aşma vesilesi arayan gençliğin bir bölümü için bu değerlerin çekici olduklarını kabul etmek zorunlu. Bu gençlere, ne olduklarını tanımlamakta yardım eden değerler bunlar. Yaşamlarını bile feda etmeye hazırlar bunlar için.

IŞİD’in devşirdikleri arasında çok sayıda sabıkalı var, doğru, ama onlar da tam, sabıkalıdan başka bir şey olmak istiyorlar. IŞİD ise onlara, yaşamlarına tekrar bir anlam verecek bir çözüm öneriyor. Ve bu korkunç bir biçimde işe yarıyor. Neticeyi önceden gösteren iki davranışı inceleyerek, dövüşme ve fedakârlıklarda bulunma iradesini öngörebiliriz: kutsal dava söz konusu olduğunda taviz vermenin reddi ve militan yoldaşlarıyla kaynaşma derecesi. IŞİD’in devşirdiklerinin bu iki hususta hiç taviz vermediklerini saptıyoruz.

Nihilizmden bahsedilmesi, aynı zamanda IŞİD’in değerlerinin son derece negatif olmasından…

Atran: IŞİD’in söyleminin sadece negatif tarafı görülüyor: saldırılar, kesilen başlar, müziğin reddi, kadınlara yapılan muamele… Ama radikal İslamcılar bir tek bu telden çalmıyorlar. Cihadcıların söylemleri ve manevi göndermeleri araştırıldığında, şiir düşlerinin önemi de tespit ediliyor. İkna etmek ve devşirmek istedikleri kişinin özel durumunu ve özlemlerini tartışmak için telefonda yüzlerce saat harcayabiliyorlar: “Annenden babandan ayrılmanın senin için zor olduğunu biliyorum; yaşadığın hüsran işini kaybetmiş olmandan değil; mutluluğu bulmak için maddiyat önemli değil; doğrudan mutsuzluğun sebeplerine yönelik hareket etmelisin; hem kendi mutsuzluğunun, hem de yeryüzünde senin gibi olan başkalarının mutsuzluğunun… vb..”

Avrupa ülkelerinden, özellikle de Fransa’dan, ABD’den çok daha fazla İslamcı teröristin çıkmasını nasıl açıklıyorsunuz?

Atran: ABD göçmen işçileri ağırlamak üzere tasarlanmıştır. Fiili olarak, Müslüman göçmenlerin ilk kuşaktan itibaren Amerikalıların ortalama yaşam ve eğitim düzeyini aşmış oldukları saptanıyor. Avrupa’da ise çoğu zaman durum bunun tersi: İşçi göçüyle gelen Müslüman aileler, ikinci kuşakta ilk kuşak kadar, belki de daha fazla yoksul… Fransa’da, hapishane nüfusunun yarıdan çoğu Müslüman kültürden –hatta Jack Lang bu oranın üçte iki olduğunu belirtmişti–, oysa Müslümanlar nüfusun ancak yüzde 7-8’ini oluşturmakta. Hapishanede ise radikalleşirsiniz. İçeriden çıktığınızda durumunuz değişmediyse daha da radikalleşirsiniz.

ABD’de bu hâdise yok. New York Polisi “prislam”dan (hapishanelerdeki İslamcılık) bile bahseder; ama militan İslamcılığın hapishane ortamıyla sınırlı kaldığını söylemenin bir şeklidir bu: Eski mahpusları ağırlayacak radikalleşmiş bir cemaat olmadığından, hapishane çıkışında ölür bu İslamcılık.

İslamcılığın çekiciliğiyle mücadele etmek için tek yol ona rakip aşkınlık değerleri önermek mi olmalı? Ulusal bayrak, ulusal marş ve “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” üçlü düsturu bu soruna yaklaşmanın iyi bir şekli mi?

Atran: Bizim incelemelerimize göre, liberal ve demokratik değerler adına fedakârlıklarda bulunmaya hazır az kimse var. Fransa ve İspanya’da, saldırılar öncesinde yüzde 20 civarındaydık; hemen sonrasında yüzde 60’a yükseldi ve o zamandan beri tekrar yüzde 30’a düştü. Davaları için ölmeye hazır olan IŞİD militanlarınınkiyle karşılaştırıldığında çok düşük oranlar bunlar.

Cumhuriyetçi değerler artık yeterli olmuyorsa, IŞİD’in taşkın düşüne karşı nasıl bir alternatif önerilebilir öyleyse?

Atran: 1 milyar dolarlık soruyu soruyorsunuz şimdi! Tam da, idealizme, başkaldırıya, serüvene, zafere ve yoldaşlığa susamışlığı tatmin edecek bir söylemin eksikliği hissediliyor. Güvenliğin güçlendirilmesi ve askerî çabalar IŞİD’in topraklarını büyütmesini ve el koyduğu kaynakları artırmasını durdurmak için önemli, ama yetmeyecektir.

Sorunuza verecek bir cevabım yok; fakat emin olduğum şey, bu sorunun bizzat gençliğe sorulmasının gerektiği. Uluslararası kurumlar ve hükûmetler bu konuda ne yapıyorlar? Bütün dünya gençlerinin tartışmaya ve fikirlerini dile getirmeye davet edilebileceği bir platform neden yaratılmasın? Terörizme karşı neyin işe yaradığını araştırmak için başlatılmış derinlemesine bir araştırma var mı? Maalesef yok, sürdürülen hiçbir ciddi araştırma yok.

Bunun yerine, geniş bir ölçüde, gençlikten kopuk uzmanlar ve onyıllardır siyasetin orta yerine kamp kurmuş liderler arasında kireçlenmiş bir tartışmayı sürdürmekle yetiniliyor…