Sanatçının piyasa ve devlet karşısında bağımsızlığı “özerk sanat kurumu” ile mümkündür.

151 views
10 mins read
151 views
10 mins read

EL YAZMALARI SÖYLEMELER – POSTED ON 23 HAZİRAN 202123 HAZİRAN 2021

El Yazmaları’nın Notu: 24 Haziran’da İstanbul’da gerçekleştirilecek olan Demokrasi Konferansı’nın, Sanat Çalışma Alanı’nda faaliyet yürüten Ahmet Haluk Ünal ile yaptığımız röportajı okuyucularımızın ilgisine sunarız.

Merhabalar. Pandemi ile birlikte daha yakıcı hale gelen ekonomik kriz ve son haftalarda açığa çıkan yolsuzluklar ve ifşaatlarla daha da açığa çıkan ve derinleşen devlet krizi Türkiye siyasal atmosferini çevrelemiş durumda. Ekolojik kriz, kadın cinayetleri ve artan şiddet, gençlerin geleceksizleşmesi… Tüm kriz alanları ve sorunlarla birlikte düşündüğümüzde bugün böylesi bir siyasi atmosferde Demokrasi Konferansı’nın anlamı, önemi sizce nedir? 

Bizzat çağırıcılarından olup, bir buçuk yıl koordinatörlüğünü yaptığım “Kuruçeşme Toplantıları”ndan bu yana; sayısız, sonuçsuz ve başarısız birlik girişimi yaptık, bozduk. Yüz binlerce tekil demokrat, solcu bu hayal kırıklıklarının yükünü taşıyor. 

Demokrasi Konferansı, bizleri son kırk yıldır solun yapmadığı tek şeyi denemeyi vaat ederek çağırdı; “Nasıl bir Türkiye istiyoruz” sorusunun yanıtını birlikte vermek. Eğer sol, bir kez bu yanıtı birlikte vermeye gerçekten girişirse, reaksiyoner romantizmi aştığını, kurucu bir güç olma yeteneğinde olduğunu ispatlama yolunda yürümeye başlar. O zaman ülkenin kaderinin köklü biçimde değişeceğine inanabiliriz. Bütün tarihini reaksiyoner romantizmle geçirmiş bir solun gerçekçi ve aksiyoner, yani kurucu bir siyasete geçişi, “Ayşe teyzeye” nasıl bir eğitim sistemi, nasıl bir sağlık sistemi, nasıl bir ekonomi, anlatmaya başladığı bir faza geçmesi, elbette akşamdan sabaha olmaz. Her şeyden önce bu entellektüel, dünyalı bir aktivistler topluluğunu gerektirir. Tek tek onlarca sekt böylesi bir geçiş programını yazabilecek donanıma sahip değil, ama Anadolu özgürlük güçleriyle iltisaklı entellektüel güçler böyle bir çalışma için yeterli. Örneğin ben bu vaadin çağrısına icabet ettim. Yirmi bir temel alan çalışmasından sanat alanına katıldım. 

Öte yandan yine kırk yıldır olmayan bir alamet daha belirmiş görünüyor. Girişim yatay bir çalışma modeliyle konferansa ilerliyor. Ulus devlet tipi, Eflantuncu bir merkeziyet peşinde değil. İlhamını adem-i merkeziyetçilik, doğrudan demokrasiden alıyor. Bu da maya tutarsa çok köklü sonuçlara neden olur. Sol iktidarcılık ve bürokratizmden ancak çalışma modelini değiştirerek kurtulabilir. Yöntemsel (bilimsel) devrim toplumsal devrimin başlangıcıdır. Kautsky, Lenin, Troçky siyaseti Newtonculuğa taşımışlardı; şimdi kuantum yöntemlerini hâkim kılacak bir ortak akla ihtiyacımız var. 

Elbette henüz DK bunların tümüyle beden bulmuyor, ama yüzünün bunlara dönük olduğunun alametlerini gösteriyor. Bu nedenle bu imkȃnı kuvveden fiile çıkarmak için pratik destek vermek gerekiyordu. Tebliğlerin kendi dışımızdakilerini görmedik. Ama bazı stratejik alanlar umudumuzu çok belirleyecek. Örneğin sağlık, eğitim, ekonomi, adalet, ekoloji, kadın, bunların bir kısmı bile birkaç sloganın ötesine geçip (örneğin: demokratik, bilimsel, parasız eğitim) alan alternatifini tasvire girişmişse bulaşıcı olur. Bir başka deyişle bir geçiş programını yazmaya başlarız. Yoksa yine restorasyoncuların dümen suyuna sürükleniriz. 

Toplumsal kesimler için ve de özelde kültür ve sanat açısından bu konferans nasıl bir anlam taşıyor? Kültür ve sanat alanında temel sorunlar neler ve konferansa hangi sorunlar çevresinde ihtiyaç duyuluyor? 

Öncelikle girişimin bu alana koyduğu isimden başlamak iyi olabilir. Bu adlandırma, solun bu alana ilişkin toplam yaklaşımının veciz bir özeti. Niçin sanatı anmak gerektiğinde yanına hemen kültürü ekleriz? Neden her yerde bir anlam çifti gibi gezdirilirler. 

Biz, ilk olarak WhatsApp grubumuzda kendimizi sadece “sanat alanı” olarak adlandırdık ve bizden böyle söz edilmesini talep ettik. Bizim grubumuzda hemen herkes hızla bu konuda fikir birliğine vardı. 

Kurucu bir süreci yaratmak için, önce sanat alanının arzuladığımız ülkede nasıl olacağının eskizini çizmeye ve ilkelerini belirlemeye çalıştık. Tebliğimiz bunu özetleyen bir metin. Elbette binlerce sanatçının içinde küçük bir azınlık olarak bu metin diğer sanatçılara bir teklif ve taslak niteliğindedir. 24 Haziran sonrası bir çalıştayda bu taslağı çok daha geniş katılım ve temsiliyetle derinleştirmek istiyoruz. 

Çalışma alanlarınızda öne çıkan talepleriniz neler?

Tebliğde de özetlediğimiz gibi ilk hedefimiz özgürlükçü, halkçı bir anayasanın yazılması. Bugüne kadar bütün anayasalar toplumun devlet için görevlerini tanımladı. Oysa halkçı bir anayasa devletin topluma karşı görev ve sorumluluklarını tanımlamak için yazılır. 

Sanat alanının teşkilatı esasiyesi ise artık Kültür Bakanlığı olamaz. Son kırk yıllık tecrübeler de tartışmasız gösteriyor ki, sanatçının bağımsızlığı, özgürlüğü, piyasa ve devlet karşısında, insanca yaşaması ve üretmesi kendi öz örgütüyle mümkün. Bu da 1975 lerden beri sayısız kez tartışılmış Özerk Sanat Kurumu’nun kurulması ve anayasayla güvence altına alınması anlamına geliyor. Böyle bir kurum sanatçıların kendi kendilerini ve bütün sanat alanını demokratik biçimde yönetmeleri anlamına gelir. Bu sayede kamusal bütçeden adil bir pay alacak olan kurum; sanatı, eğitim, üretim ve dağıtım süreçlerinde, kontrol etmeden, destekleyebilir.

Burada yine Newton fiziğinden kuantuma geçmemiz şart. Böylesi bir yapının demokratik, çoğulcu, eşitlikçi, adil olabilmesinin yolu, iç işleyişini doğrudan demokrasi ve adem-i merkeziyetçi bir modelle kurmasına bağlı. 

Bunun için yaptığımız tartışmalarda Kültür Bakanlığı’nın Turizmden acilen ayrılması ve sanat alanındaki bütün yetkilerini ÖSK ve yerel yönetimlere devretmesinde uzlaştık.