DEMOKRASİ YERELDEN YÜKSELİR:
SÖZ BİZİM, KARAR BİZİM
“KAYYIMLI YEREL YÖNETİM” DEN
HALK İRADESİNİN EGEMEN OLDUĞU DEMOKRATİK BİR YEREL YÖNETİME
Bu Konferansı ortak emekle gerçekleştirenler ve Konferans’a katılanlar, iktidar eliyle büyük bir insani, toplumsal yıkıma dönüştürülen depremin yıl dönümünde olduğumuz yakıcı gerçeğini Konferans’ın tam kalbine koyuyor. Seslerini Dikmece’nin, Hatay’ın sesine katıyor: “Ma rıhna nıhna hon!”
Buradayız Gitmiyoruz, Unutmak Yok, Affetmek Yok, Helalleşmek Yok!
Konferansın hemen ardından meydana gelen ekokırım ve iş cinayetlerinin son örneği olan Erzincan İliç Altın Madeni’nde yaşanan felakette yaşamlarını yitiren maden işçilerimizi saygıyla anıyoruz. Sorumluların yargılanmasını istiyoruz.
Konferansın hazırlıklarını gerçekleştirdiğimiz zaman zarfında, diğer birçok mücadele arkadaşımız gibi hukuksuz biçimde tutuklanan Can Atalay’ın milletvekilliği Anayasa Mahkemesi kararına rağmen tanınmadı. Hatay milletvekili Can Atalay’ın ve bütün Gezi tutsaklarının serbest bırakılmaları, Can Atalay’ın Hatay halkının vekilliğini yapabilmesi için mücadelemizi sürdüreceğiz.
Hukuksuz yere tutuklanmış, demokratik yerel yönetimi hayata geçirmek istedikleri için cezalandırılmış tüm belediye başkanlarını ve eş başkanlarını selamlıyoruz. Özgür bırakılmalarını talep etmekle yetinmeyip, bu konuda mücadeleye devam edeceğiz.
Bu Konferansı gerçekleştirenler, gücünü ve umudunu Fatsa’da Fikri Sönmez, Batman’da Edip Solmaz öncülüğünde gerçekleşen özyönetim deneyimlerinden, Gezi direnişinden, Gültepe ve Dikili deneyimlerinden, Bergama’dan Kazdağları’na, Akbelen’den Dikmece’ye ülkenin dört bir yanında devlet şiddetine rağmen engellenemeyen yaşam alanı savunmalarından aldı.
Konferans’ımızın bütün çalışmalarına toplumsal cinsiyet eşitliği yol gösterdi. Eşit yurttaşlık ve eşit temsil bağlamında eş başkanlık uygulamasına dikkat çekiyoruz.
Bu Konferans’ın bileşenleri, halkın temel ihtiyaçlarının karşılanmasına ayrılması gereken bütçenin savaş ve yıkım için harcanmasına itiraz ediyor. Yerel yönetimlerin bir işlevinin de, kentte ve kırda yaşayanların barış ve güvenlik içinde bir arada yaşamasını sağlayacak politikalar geliştirmek olduğunu vurguluyor.
Konferans’ımızı yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik, zorbalık ve şiddetin yayıldığı; yargının iktidarın sopası haline geldiği, bütün demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edildiği, faşizmin kurumsallaşma ve toplumsallaşmasının büyük adımlarla ilerlediği, laikliğin aşındırıldığı, sermayenin genel ve yerel yönetim süreçlerinde bire bir etkili olarak ülkeyi yıkıma uğrattığı koşullarda gerçekleştirdik. İktidar, bütün toplumsal itirazları bastırarak, arta kalan hukuki ve anayasal engelleri de yok ederek talan, yağma, rant ve savaş ekonomisini sürdürmek, kentleri, doğayı, tarım alanlarını yok etmek, halkın kendi yaşam alanları ve geleceği hakkında söz ve karar sahibi olmadığı bir sistemi zorla dayatmak istiyor. Elliye yakın kayyım atanmış yerel yönetim bunun en açık göstergesi.
Yaşam alanlarımız kamu hizmetlerinin piyasalaştırıldığı, kimsenin kendini ait ve güvende hissetmediği, bir arada yaşamayı değil gettolaşmayı yaratan, kimsenin eşit hizmet alamadığı, hergün yeni bir kent hakkı ihlali ve kent suçuyla yıkıma uğrayan, dev tüketim ve atık yaratım merkezlerine, deprem ve diğer afetlerin kader haline geldiği plansız, denetimsiz yerleşimlere dönüştü. Her alanda seçilmişlerin yerine atanmışları geçiren aşırı merkeziyetçi yönetim tarzı bu tablonun ayrılmaz bir parçası.
Demokratik bir yerel yönetim sistemini inşa edebilmek için, yasalarda köklü bir reforma ihtiyaç var. Bu reform yeni bir anayasa gerektirmekle birlikte, içinde bulunduğumuz koşullarda bir anayasa tartışması yapmayı reddediyoruz.
Yaşam alanlarımızın, sermayenin saldırısı kadar, onunla eşgüdümlü çalışan tarikat-mafya-çete, uyuşturucu kıskacında, metalaşmış, parçalanmış, güvensiz yerlere dönüşmesi, faşizmin kurumsallaşması ve toplumsallaşmasına da zemin yaratıyor. Yerel demokrasi mücadelesinin aynı zamanda faşizme karşı mücadele olduğunu vurguluyoruz.
Bu saptamalar ışığında:
• Kayyım uygulamalarına son verilmeli, yerel yönetimlerin idari ve mali yetkileri merkezle yetki paylaşımı yapılarak genişletilmeli, kamu yönetimi adem-i merkeziyet esasına göre yeniden yapılandırılmalı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekinceler kaldırılmalı ve katılım hakkını düzenleyen ek protokole taraf olunmalıdır.
• Yerel yönetimlerin idari ve mali yetkilerini sınırlayan valilikler bünyesindeki Yatırım İzleme Koordinasyonları, halkı mülksüzleştirme amacını taşıyan Kentsel Dönüşüm Yasası, Rezerv Alan Yasası ve TOKİ derhal iptal edilmelidir.
• Belediyelerde Kadın-Erkek Eşitliği ya da Toplumsal Cinsiyet Eşitliği birimleri kurmayı engelleyen, bu alanda ancak ‘’Aile, Kadın vb.’’ birimlerin kurulmasını öngören İçişleri Bakanlığı genelgesi iptal edilmelidir.
• Büyükşehirlerde köy muhtarlıklarının kaldırılması, köylerin mahalle olarak kabul edilmesi, köy tüzel kişiliklerinin kısıtlı da olsa ekonomik ve idari konulardaki yerel karar alma yetkilerini tamamen yok etti. 6360 sayılı Büyükşehir (Bütünşehir) Yasası iptal edilmeli, kırsal kesimin temsili yeniden düzenlenmeli, belde ve köylerin gasp edilen ortak malları ve alanları iade edilmelidir.
• Kent hizmetleri, belediye şirketleri ya da taşeron şirketlerle değil, güvenceli-örgütlü ve yerel yönetimde de söz ve karar sahibi olan çalışanlarla yürütülmeli, temel ilkesi tüm hizmetlerin piyasalaşması olan, müteahhitlere ve özel şirketlere bağımlı kılan GATS-Hizmetler Anlaşması’ndan çıkılmalıdır.
• Kent hakkı, kentte yaşayan tüm canlıların ayrımcılık gözetmeksizin toplumsal adalet çerçevesinde sağlıklı, güvenli ve adil bir çevrede yaşama hakkı ve bu çevreleri şekillendirme hakkıdır. Aynı zamanda, demokratik katılıma, güvenli konutlara, temiz suya, sağlıklı gıdaya, temel hizmetlere, kentsel altyapıya, ulaşım sistemlerine ve yeşil alanlara eşit erişim hakkını içerir. Bütün hizmetlerden kentte yaşayanların enerji, gıda, bilişim tekellerinin dayatmalarına tâbi olmadan erişilebilir bedeller karşılında ya da ücretsiz olarak yararlanmaları haktır. Yerel yönetimlerin sosyal yardım politikaları da hak temelli olmalıdır. Yoksulluk ve işsizlikle mücadele kamusal görev olarak kabul edilmelidir.
• Kentlerin ve kırın, planlamadan alt yapı donanımlarına, elektrik, su, enerji üretim ve dağıtım sistemlerine, kentsel mekanların oluşumundan, ulaşım politikalarına, bilişim ve iletişim sistemlerine kadar bütün faaliyetlerinde sermayenin ihtiyaçları, neo-liberal dönüşümünün gerekleri değil kamusal yarar gözetilmelidir. Harcamalar, ihaleler, kadro ve istihdam konusunda şeffaflık, saydamlık, hesap verebilirlik ve geri çağrılma ilkeleri devreye sokulmalıdır.• Kent çoğuldur; kadınlar, gençler, yaş almış olanlar, LGBTİ+’lar, farklı etnik kökene ya da inanca sahip topluluklar, Aleviler, Kürtler, Romanlar, Pomaklar, Çerkezler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, mülteciler, engelliler, emekliler, işçiler, çocuklar ve sokak hayvanlarıdır. Kentin her bir bileşenini o yerelin eşit birer parçası olarak gören, bu zenginliği ve çoğulluğu, hemşerilik bilinci yaratmak için koruyan ve geliştiren, hak odaklı bir perspektif geliştirilmelidir. Yerel yönetimler eşitlikçi anlayış gereği her türlü ayrımcılıkla, ötekileştirmeyle, ırkçılıkla, türcülükle ve nefret suçlarıyla mücadele etmelidir.
• Yerel yönetimler tüm inançlara eşit olanaklar sunmalı, Cemevleri Alevilerin ibadethanesi olarak tüm yerel yönetimler tarafından tanınmalı, Alevilerin yönetim kadrolarında ayrımcılığa uğramadan yer almasını sağlayarak Alevi örgütleriyle işbirliği yapmalıdır.
• Kentin planlanması engelsiz kentler anlayışıyla yapılmalı, sağlamcılık anlayışına karşı mücadele edilmeli, engellilerin bütün kent hizmetlerine eşit biçimde şiddet ve ayrımcılığa uğramadan erişimi sağlanmalı, engelli istihdamı konusunda belediyeler sorumluluk almalı, engellilerin evlerinde kapanması yerine açık ve kapalı kamusal mekânlarda, sokakta, kent yönetimine etkin bir biçimde katılarak yaşaması sağlanmalıdır.
• Mültecilik Türkiye’nin de imzacısı olduğu tüm sözleşmelerde hak olarak kabul edilmiştir. Mültecilere yönelik ırkçı, nefret söylemlerine karşı mücadele edilmeli, yerel yönetimler karşılıklı entegrasyon anlayışıyla, birlikte yaşamın koşullarını sağlamalıdır.
• Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmalı ve kimseye cinsiyeti, cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği nedeniyle ayrımcılık yapılmamalıdır. Yerel yönetimler kadına ve LGBTİ+lara yönelik şiddetin engellenmesinde aktif sorumluluk almalıdır.
• Tüm karar organlarında eşit temsil ve eşitlikçi yerel eşitlik mekanizmaları oluşturulmalıdır. Kadınların seçilme hakkının önündeki bakım yükümlülüğü, siyasal şiddet, ekonomik, toplumsal ve kültürel çeşitli engeller kaldırılmalıdır.
• Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuat gereği, merkezi ve yerel yönetimler toplumsal cinsiyet perspektifi ile kurumsal yapılarını değiştirmeli ve dönüştürmelidir. İstanbul Sözleşmesine geri dönülmeli, yerel yönetimler İstanbul Sözleşmesi’nden ileri gelen sorumluluklarını yerine getirmelidir.
• Yaş almış bireylere yönelik kent politikaları yalnızca bakım ve rehabilitasyonla sınırlanmamalı, kent yönetiminde temsilini ve katılımını sağlayacak mekanizmalar inşa edilmeli, hareketliliğini artıran sosyalleşmeyi güçlendiren hizmetler yaşama geçirilmelidir.
• Çocuklar kentin aktif birer öznesi olarak görülmelidir.
• Eğitim ve sağlık hizmetlerinde, yerel yönetimlerin rolü artırılmalı, bu hizmetler ücretsiz, nitelikli ve yararlanıcıların anadilinde verilmelidir.
• Kentler ve tüm yaşam alanları afetlere karşı dirençli hale getirilmelidir. Kentlerde afet birimleri kurulmalı, toplumsal cinsiyete ve ekosisteme duyarlı afet acil eylem planı hazırlanmalıdır. Afetlere karşı acil toplanma merkezleri, müdahale birimleri, acil müdahale ekipleri ve ekipmanları oluşturmalıdır.
• İklim değişikliğine karşı mücadelenin bir aracı olarak, toplumsal cinsiyete duyarlı, uzmanlar ve ekoloji örgütleri ile birlikte “İklim acil eylem planı” hazırlanmalı, planın uygulanmasını ve belediyenin imar planlarının hazırlanması, altyapı, ulaşım hizmetleri gibi tüm faaliyetlerini iklim değişikliği açısından izlemesini yapan “iklim izleme birimi” kurulmalıdır.• Metalaştırmanın yarattığı ekosistem tahribi ve kirlenme insan ve insan olmayan var oluş için büyük bir tehdit unsurudur. Kent ve onun çeperindeki kırsal ve doğal varlıklar aynı ekosistemin farklı parçalarıdır. Kentler, kırı, tarımsal ve yerel ekonomiyi tahrip eden tüketim merkezleri olmaktan çıkarılmalı, yerel yönetimlerin bütün faaliyetlerinde ekolojiyi, tarihi ve kültürel mirası, doğal dokuyu korumak esas alınmalıdır.
• Köyü kente katarak yok etmek yerine, kırsal yerleşimlerde özyönetimi doğrudan demokrasiyi esas alan politikalarla güncellenmeli, özgür belediyecilik ve diyalektik doğa anlayışı buluşturulmalı, doğayla koparılmış ilişkiler yeniden kurulmalıdır. Kent çeperlerinin, kırsalın ve yaban hayatın madencilik, enerji projeleri, yapılaşma ile yıkıma uğratılması olgusu karşısında kırsal yaşamı, üretici köylülere gelir sağlayan, kaynakların israf edilmediği, toprakların zehirlenmediği küçük ölçekli, geleneksel, doğayla uyumlu tarımsal üretim teşvik edilmelidir.
• Tarım arazilerini ve su havzalarını tahrip etmek yerine koruyacak, yağmur suyu hasadı, suyun geri dönüştürülmesini sağlayacak yasal düzenlemeler ve birlikte çözüm üretebilme mekanizmaları yaratılmalıdır. Dayanışma ağları, üretim ve tüketim kooperatifleri yoluyla yerel ekonomi canlandırılmalıdır.
• Spor pahalı bir hobi değil, erişilebilir mesafede ve ücretsiz olarak sunulması gereken bir toplumsal ihtiyaçtır. Açık ve kapalı alanlarda düzenli ve kamusal spor altyapısı kurulmalıdır.
• Sanatçıların bağımsız, devlet ve kamu baskısından korunarak özgür üretim yapmaları için olanaklar sağlanmalı, belediye, sanatçıların yaşamlarını ve üretim süreçlerini, özerk sanat kurumu gibi sanatçı örgütlenmelerini desteklemelidir. Sanat, ücretsiz etkinliklerle kentin açık-kapalı bütün kamusal alan ve mekânlarında yaşama dahil olmalıdır.
• Dışarıya kapalı, cemaat eksenli, barınmadan sosyal etkinliklere kadar parçalanmış mekânlar yerine, kentin ortak alanları, meydanları, birlikte yaşamı güçlendirecek, gettolaşmayı engelleyecek biçimde planlanmalı, kentli olmak, hemşeri olmak bilincini geliştirecek, kentin çeperlerinde yaşayanları tarikat eksenli sosyalleşmeye mahkûm etmeyecek seküler, sokağı canlandıracak açık ve kapalı kamusal mekânlar oluşturulmalıdır.
• İfade ve örgütlenme, toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü önündeki anayasaya aykırı engeller kaldırılmalıdır. Kentin manzarası özgürlük, mutluluk huzur ve güvendir. Kentte güvenlik sorunu haline gelen TOMA, zırhlı araç, ve diğer şiddet biçimlerine, meydan kapatmalara, ablukalara son verilmelidir.
• Yerel yönetimler sınırlar çizmekten, kentte ve kırda yaşayanları sabitlenmiş kültürel ve siyasal anlamlara hapsetmekten çok, yaşamın içinde özneleşen insanların çözüm üretmesine olanak sağlamalıdır. Yaşam alanlarıyla ilgili bütün politikalarda kentlilerin ve kırda yaşayanların yeni yollar bularak geleneksel yöntemleri devreye sokarak, dayanışma kültürleri yaratarak kentle birlikte kendilerini de dönüştürmesinin yolunu açacak bir politika izlenmelidir. Bu çerçevede, yerelde halkın kendisiyle ilgili kararları alacağı kanalların açılmasını, halkın kendi önceliklerinisaptamasını, kendi bütçesini yapma hakkına sahip olmasını, aktif siyasi özneler olarak bütünyönetim ve denetim mekanizmalarına katılmasını öneriyoruz.
• Konferansımız Kent konseylerinin işlevsel hale getirilmesiyle birlikte halkın siyasi özneler olarak yer alacağı, tüm toplumsal dinamikleri, kurum ve örgütlerini kapsayacak halk meclisleri gibi yapıların da tartışılmasını önermektedir.
BU DAHA BAŞLANGIÇ !
Bu Konferans’ın bileşenleri topluma dayatılan verili durumu temel almak, ufuklarını bu verili durumla sınırlamak yerine halkın kendini yönettiği yeni bir sistemin mümkün olduğu inancı ve kararlılığıylayola çıktı. Yerel demokrasinin hayata geçirilmesi, Türkiye’de yeni bir siyaset anlayışının inşasıyla birlikte iktidarın tek bir kişiden halka devredilmesi, piramidin tersine çevrilmesi anlamına gelecek.
İki ayı aşkın zaman zarfında çok sayıda kurum, emek-meslek örgütleri-sendikalar, alan savunması, ekoloji, LGBTİ+, engelli, kadın, genç, çocuk hakları, mülteci hakları, inanç ve hak örgütünün, sokakta yaşayan hayvanların yaşama hakkını savunanların kolektif çalışmasıyla 11 Şubat 2024’de gerçekleştirdiğimiz Konferansı bir başlangıç olarak görüyoruz.
Yerel demokrasi konusunda denetleyici, ortaklaştırıcı, bilgilendirici ve kolektif düşünme ve tartışmasüreçlerinde ve ortak mücadelede etkili olacak bir yerel demokrasi inisiyatifi-halk inisiyatifi oluşturmayı bir seçenek olarak önümüze koyduk.
Kısa vadede, bir “Kent Sözleşmesi’nin” oluşturulmasını, OHAL’i olağanlaştıran, tahakkümcü yönetim tarzını tahkim eden yasal düzenlemelerin kaldırılması için çalışma yapılmasını, yerel seçimlerden sonra Konferans sonuçlarını hayata geçirecek bir modelleme çalışmasının yapılmasını öngörüyoruz.
YEREL DEMOKRASİ KONFERANSI’NIN ÇAĞRISIDIR:
Halkçı belediyelerin ve muhtarlıkların sayısının artması demokrasi mücadelesi açısından bir kazanımdır. iktidarın antidemokratik, hukuksuz uygulamalarına, kayyım girişimlerine karşı bütün demokrasi güçleri ortak bir mücadele hattı oluşturmalıdır. Yaşamı, doğayı, kentleri ve kırları savunmak için yerelden yükselen itirazla halk iradesinin esas alındığı yeni bir yönetim sistemi inşa etmek, ormanın, denizin, nehrin, dağın, kuşun, geyiğin, tilkinin, mevsimlerin, yağmurun hakkını savunmak için ortak mücadele zorunluluktur.
Rıza Türmen’le birlikte konferansın açılış konuşmasını yapan Mücella Yapıcı’nın vurguladığı gibi;
‘’KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ!’’
Yerel Demokrasi Konferansı
*Demokrasi İçin Birlik tarafından 18 Şubat 2024 tarihinde gerçekleştirildi
Bundan sonraki çalışmalara katılmak isteyenler için iletişim: