A. Haluk Ünal
Rusya’daki sovyetler, Anadolu’daki kongre hareketleri ve Fransız Devrimi’nin yerel komiteleri, merkezi otoritenin çöktüğü kriz dönemlerinde tabandan doğan özerk yapılar olarak ortaya çıktı. Ancak, Bolşevikler, Kemalistler ve Jakobenler, bu hareketleri modernist ve hegemonyacı projelerle ele geçirdi. Kongre sayısının 30’dan 15’e düşmesi, Kemalistlerin yerel yapıları “temellük” ettiğinin bir göstergesiydi; sovyetlerin bürokratikleşmesi ve Fransız komitelerinin merkezi denetime alınması da benzer bir kaderi yansıtıyordu. Bu yazıyı geliştirmek için, ne hafızam ne de fakir göçmen kütüphanem yeterliydi; Grok’un bilgi bankasına başvurmak zorunda kaldım. Grok’un katkısıyla ortaya çıkan sonuç, tahmin ettiğim gibi, bu üç devrimci sürecin çarpıcı benzerliklerini kanıtlıyor. Bu makale, siyasal bilim perspektifinden, Bolşevik, Kemalist ve Jakoben liderliklerin taban hareketlerini nasıl dönüştürdüğünü, her devrimden çarpıcı bir örnekle (Kronstadt, Çerkez Ethem ve Hébertistlerin idamı) analiz ediyor. Bülent Tanör’ün Türkiye’de Kongre İktidarları (1918-1920) kitabındaki veriler, özellikle Alaşehir ve Erzurum kongrelerinin TBMM sonrası durumu, Kemalist hegemonyanın detaylarını aydınlatarak Anadolu’daki dinamikleri anlamak için temel bir rehber sunuyor.
Krizin Meyveleri: Taban Hareketlerinin Doğuşu
Anadolu kongreleri, sovyetler ve Fransız Devrimi’nin yerel komiteleri, merkezi otoritenin çöktüğü kaotik dönemlerde halkın kendi kendini yönetme iradesinden doğdu. Bu hareketler, modernist bir “halk iradesi” idealini taşıyordu; kriz anında halk, kaderini tayin edebilirdi. Anadolu’da, Mondros Mütarekesi (1918) sonrası Osmanlı Devleti’nin teslimiyeti, işgallere karşı direnişi ateşledi. Balıkesir Kongresi (26-30 Haziran 1919), eşraf, din adamları ve köylü temsilcilerinin özerk inisiyatifiyle milis güçlerini örgütledi. Tanör, bu kongrelerin, merkezi bir liderlikten bağımsız olarak, işgal tehdidine karşı tabandan filizlendiğini savunuyor. Rusya’da, 1917 Şubat Devrimi’yle Çarlık rejiminin çöküşü, Petrograd Sovyeti gibi işçi ve asker konseylerini ortaya çıkardı. Fabrikalarda ve garnizonlarda doğrudan demokrasi pratikleriyle şekillenen sovyetler, barış, ekmek ve toprak taleplerini taşıyordu. Fransa’da, 1789’da mutlak monarşinin krizi, Paris’teki mahalle meclislerini ve taşradaki “komün”leri doğurdu. Paris’in sans-culottes mahalleleri, kraliyet otoritesine karşı özerk bir güç olarak örgütlendi; taşradaki komünler ise vergi toplama ve savunma gibi işlevleri üstlendi. Her hareket, siyasal katılımın tabana yayıldığı bir momentti. Anadolu’da ulusal bağımsızlık, Rusya’da sosyalist dönüşüm, Fransa’da eşitlik ve özgürlük idealleri, bu özerk yapıların ruhunu besledi. Pozitivist bir inançla, halkın kaosu alt edebileceği düşüncesi, bu devrimci dalganın ortak paydasıydı.
Modernist Hegemonyanın Yükselişi: Merkezi Otoritenin Zaferi
Bolşevikler, Kemalistler ve Jakobenler, pozitivist ve modernist vizyonlarıyla, bu taban hareketlerini kendi hegemonyacı projelerine entegre etti. Her biri, akılcı bir otoriteyle kaosu düzene çevireceğine inanıyordu: Bolşevikler sosyalist devrim, Kemalistler ulusal egemenlik, Jakobenler “genel irade” peşindeydi. Grok’un veri tabanı, bu liderliklerin yerel özerkliği nasıl tasfiye ettiğini çarpıcı örneklerle ortaya koyuyor.
Kemalistler ve Çerkez Ethem’in Bastırılması: TBMM’nin kuruluşu (23 Nisan 1920), Anadolu kongrelerinin özerkliğini sona erdirdi. Tanör’ün belirttiği üzere, 1918-1920 arasında yaklaşık 30 kongre toplanmışken, TBMM sonrası bu sayı 15’e düştü. Bu azalma, Kemalistlerin yerel inisiyatifleri ulusal bir projeye tabi kıldığının kanıtı. Çerkez Ethem’in hikayesi, bu hegemonyacı dönüşümün çarpıcı bir örneği. Ethem, Kuva-yı Milliye’nin önde gelen liderlerinden biriydi; Batı Anadolu’da yerel milisleri örgütleyerek işgalcilere karşı direnişi güçlendirdi. Ancak, 1920’de düzenli orduya geçişle, Ethem’in özerk gücü tehdit olarak görüldü. 1921’de TBMM’ye karşı isyan eden Ethem, düzenli ordu tarafından bastırıldı ve Yunan tarafına sığındı. Bu olay, Kemalistlerin modernist ulus-devlet projesi için yerel özerkliğe tahammül edemediğini gösteriyor. Tanör’ün kitabındaki yerel kongrelerin TBMM sonrası durumu, bu hegemonyanın detaylarını aydınlatıyor. Örneğin, Alaşehir Kongresi (16-25 Ağustos 1919), Batı Anadolu’daki direnişi koordine etmek için toplanmıştı ve yerel milislerin örgütlenmesinde kritik bir rol oynadı. Ancak, TBMM’nin kuruluşundan sonra, Alaşehir’deki yerel inisiyatifler, ulusal orduya ve Ankara’nın direktiflerine tabi kılındı. Tanör, bu kongrenin temsilcilerinin, TBMM’de milletvekili olarak yer aldığını, ancak özerk karar alma yetkilerinin ortadan kalktığını belirtiyor. Benzer şekilde, Erzurum Kongresi (23 Temmuz-7 Ağustos 1919), doğu illerinin birliğini sağlamış ve vatanın bölünmezliği ilkesini vurgulamıştı. TBMM sonrası dönemde, Erzurum’un yerel liderleri, Ankara’nın merkezi otoritesine entegre edildi; kongrenin özerk yapısı, ulusal meclisin gölgesinde eridi. Bu iki örnek, Kemalistlerin yerel kongreleri tasfiye etmeden, onları ulusal bir çerçeveye hapsederek hegemonya kurduğunu gösteriyor. Kongre sayısındaki düşüş, bu merkezi konsolidasyonun bir yansımasıydı.
Bolşevikler ve Kronstadt Ayaklanması: Bolşevikler, sovyetleri sosyalist devrimin aracı haline getirdi. Petrograd Sovyeti, 1917’de özerk bir yapıydı, ancak Ekim Devrimi sonrası Bolşevik kontrolüne geçti. 1918 Sovyet Anayasası, sovyetleri parti hiyerarşisinin birer dişlisine dönüştürdü. Kronstadt Ayaklanması (1921), bu hegemonyacı tasfiyenin en çarpıcı örneği. Kronstadt denizcileri, 1917 Devrimi’nin öncülerindendi; sovyetlerin özerkliğini ve “partisiz sovyetler” talebini savunuyorlardı. Ancak, Bolşevikler, bu isyanı sosyalist devrime ihanet olarak gördü. Lenin ve Troçki’nin emriyle, Kızıl Ordu Kronstadt’ı kanlı bir şekilde bastırdı. Bu olay, Bolşeviklerin modernist vizyonunun, yerel demokrasiyi feda ettiğini açıkça ortaya koydu.
Jakobenler ve Hébertistlerin İdamı: Fransız Devrimi’nde Jakobenler, yerel komiteleri ve sans-culottes hareketlerini merkezi bir otoriteye tabi kıldı. 1793’te Kamu Güvenliği Komitesi’nin kurulması, devrimin kontrolünü Jakobenlerin elinde topladı. Paris’in sans-culottes mahalle meclisleri, başlangıçta doğrudan demokrasi organlarıydı; ancak Jakobenler, Terör Dönemi’nde (1793-1794) bu yapıları denetim altına aldı. Hébertistlerin idamı (Mart 1794), Jakobenlerin sans-culottes ile çatışmasının en çarpıcı örneği. Jacques Hébert ve takipçileri, sans-culottes’un radikal taleplerini (fiyat kontrolleri, daha fazla eşitlik) savunuyordu ve Jakobenlerin merkezi otoritesine meydan okuyordu. Robespierre, Hébertistleri “aşırılık” suçlamasıyla giyotine gönderdi. Bu olay, Jakobenlerin modernist cumhuriyet projesi adına, sans-culottes’un özerk inisiyatifini ezdiğini gösteriyor.
Hegemonyanın İzleri: Özerkliğin Sonu
Kongrelerin, sovyetlerin ve Fransız komitelerinin özerkliği, merkezi otoritelerce sistematik olarak tasfiye edildi. Grok’un sağladığı veriler, bu sürecin benzer dinamiklerini ortaya koyuyor. Anadolu’da, TBMM, yerel kongrelerin işlevlerini devraldı. Kuva-yı Milliye’nin düzenli orduya dönüşmesi, Çerkez Ethem’in bastırılmasıyla tamamlandı. Alaşehir ve Erzurum kongrelerinin TBMM sonrası dönemde Ankara’ya tabi kılınması, yerel özerkliğin ulusal bir çerçeveye hapsedildiğini gösteriyor. Tanör’ün not ettiği 15 kongrenin varlığı, yerel dinamiklerin tamamen yok olmadığını, ancak TBMM’nin gölgesinde işlevsizleştiğini yansıtıyor. Rusya’da, sovyetler, Bolşevik parti yapısına entegre edildi. Kronstadt’ın ezilmesi, özerk sovyet taleplerine karşı sıfır toleransı simgeliyor. 1920’lere gelindiğinde, sovyetler yerel demokrasi organlarından ziyade bürokratik birimlerdi. Fransa’da, sans-culottes’un mahalle meclisleri, Hébertistlerin idamıyla etkisiz hale getirildi. Taşradaki komünler, Kamu Güvenliği Komitesi’nin atadığı temsilcilerle merkezi hükümetin ajandasına hizmet etti. Her üç liderlik, taban hareketlerini “halk iradesi”nin temsilcisi olarak yüceltirken, onları modernist bir vizyona tabi kıldı. Kemalistler ulusal birliği, Bolşevikler sosyalist devrimi, Jakobenler cumhuriyetçi idealleri sağlama aldı.
Sonuç
Anadolu kongreleri, sovyetler ve Fransız komiteleri, tabandan doğan hareketler olarak, halkın kriz anında siyasal katılımını temsil ediyordu. Ancak, Kemalistler, Bolşevikler ve Jakobenler, pozitivist ve modernist vizyonlarıyla bu yapıları ele geçirdi. Çerkez Ethem’in bastırılması, Kronstadt Ayaklanması ve Hébertistlerin idamı, yerel özerkliğin modernist hegemonya karşısında ezildiğini gösteriyor. Kongre sayısının 30’dan 15’e düşmesi, Alaşehir ve Erzurum kongrelerinin TBMM’ye tabi kılınması, Kemalist hegemonyanın Anadolu’daki izlerini taşıyor. Grok’un katkıları, bu üç devrimci sürecin çarpıcı benzerliklerini ortaya koydu; taban hareketleri, modernist devlet inşasının hem ilham kaynağı hem de kurbanı oldu. Bu karşılaştırma, siyasal katılımın sınırlarını ve merkeziyetçiliğin kaçınılmazlığını sorgulamak için güçlü bir çerçeve sunuyor.