Bogaziçi direnişi vesilesiyle, direnişi anlamlandırmak için okunmasında fayda olan bir yazı daha paylaşıyoruz. Teorik çalışmayı yalnızca soyutlama ve buluş çabası sananlar ki, solun büyük kesimi böyle sanmayı sürdürmektedir; Boğaziçi direnişi ile bu yazının teması olan özyönetim/komün kavramları arasındaki ilişkiyi garipseyecek, abartılı bir ilişkilendirme olarak anlayacaktır. Teorinin bir toplumsal tarihe dönük bilimsel bir keşif süreci olduğunu düşünenler ise, yazarın yaptığı kazıyı heyecanla karşılayacaklardır. Marks başta olmak üzere toplumsal tarihi analiz ederken, isyan olgularının kendi haklarında ne diyor olduklarından çok, olgunun tarihsel anlamını ortaya çıkartacak keşifler yapmıştı. En bilinenlerinden biri olan Paris Komünü analizi de böylesi bir keşif çabasıdır. Siyaset yapmak, öncelikle gezi gibi, Boğaziçi gibi olayları kendi dünya görüşümüzün perspektifinden anlamlandırmakla başlamaz mı? Di'ligelecekzaman
Devletsiz yaşamak mümkün mü sorusunun devlete rağmen sorulması değil, devletle bir tanıma ilişkisi dahi kurmadan(ne -e rağmen ne de anti ön ekiyle) kendi varlık zemininde halkların yaşam gücünün ifadesidir özyönetim.
Özyönetim (auto/nomia) kelimesindeki Yunancası ile ifade edersek buradaki nomos/nomia kural demek değil yaşam gücünün yönetimidir. Bu tartışma bağlamında yönetim kelimesini doğru anlamak elzem. Yönetimi bağlamsallaştırıp bu tartışmada idrak edememizin asıl nedeni onu devlette kayıtlı olarak düşünmemizdir. Buradaki yönetim ne bir govern etme biçimi, yani hükümeti yönetme (govern) ne bir organizayonu yönetme yani management’tir. Özyönetim derken bir devlet rasyonalitesi içindeki yönetme masalından bahsetmiyoruz. O rasyonalitesinin kendisini tanımayan bir yaşam gücünün yönetiminden bahsediyoruz. Yani gücün arttırılması yoğunlaşması yeğinlik derecesinin artması, toplumun kudretlenmesi, özcesi kendini değerli kılmasından.
Yönetimin govern etmek ya da maganement olmadığını belirtmiştik. Yönetim (direct olan) komünal olanın doğrudanlığıdır. Özyönetim tek anlamlılığıyla içerden yönetimdir. Empower’dır. Power burada İktidar değil kendini güçlendirmek yetkin kılmaktır. Yani Spinoza’nın ifadesi ile söyleyecek olursak; kendi kudretlenmesidir. Ne Kürtlerin diğer halklar adına ne de diğer halkların Kürtler adına karar verdiği bir rasyonaliteden bahsedebiliriz burada. Halklar birbirleri adına karar vermiyor ya da birbirlerini yönetmeye koyulmuyor. Öznellik üretimini gerçekleştiren halk da başkaları adına değil kendi varoluşuna dair bu toplumsallığı inşa eder.
Özyönetimin model olarak düşünülmesi şudur: Devletin mevcut varlığını sorunsallaştıran halkların devletin fiilen varolduğu momentte yani Devlet hali hazırda varken -belirli bir zamansallıkta- ama devlet ile değil ona karşıtlığa indirgenemeyecek bir düzlemde kendi etkin varoluşlarıdır.
Bir varoluş olarak komün devlet adlı sanal varlıktan herhangi bir talepte bulunmaz. Devletin sanal varlığı derken kastım onun kendi söylemine uygunluk yarattığı temsil adlı düşünme düzlemidir. Onun mevcut yapısal ve kurumsal bütünlüğü değildir.
İster devlet biçimi ister egemenlik biçimi olarak düşünün devletin varlığının tanınmadığı düzlemde devlet faşizmi devreye sokar. Yani halklar adına karar kılar.
Komünal düşünme düzleminin bir ifade şekli olarak özyönetim (yani kimliksizleşme ve ulussuzlaşmanın, mevzubahis coğrafya olunca indeterminist olan) devletin gerekliliğinin sorgulanması, gereklilik kipinin ortadan kaldırılması, devletçi düşüncenin otodidakt bir şekilde bize savladığı ihtiyaç masalının boşa düşürülmesidir. Bu bağlamda devletlû geleneğin bölünme histerisi mevcut potansiyel varoluşu, devletin mevcut söylemine çekme hamlesidir. Devlet doğal politikliğinde kategorizasyonu kendi ayrımları ile kendi lehine yapar.
Ortada hali hazırda bir bölünme yoktur ama devletten toplu halde kopmalar sözkonusudur. Kopmanın ontolojik düzlemi, inşa başlamıştır. Kürt halkı nazarında bir düşünme düzlemi varlığının hakikatini üretmiştir. Varlığın hakikati varoluştur. Özgürlüğün ontolojisi dediğimiz şey bu olsa gerek… Özyönetimde devletçi düşünme düzleminin “dış”ında (stateless) bir düşünme zemini olarak varlığın kendini etkinliği içinde açması sözkonusudur. Bu devlet için bölünmenin katmerlenmiş halidir. Ayrıların (yani devletin egemenlik ilişkilerine sığmayan ñvaroluşun mümkün talepsizliği- komünal toplumun) devletçi bir düşünme düzlemi “iç”inden koparak (ol-uş)turduğu en geniş birlikteliğidir özyönetim.
Özyönetim sorunsalın asli muhattapları ve kıyısındaki eğilimler tarafından dahi çoğu zaman yanlış anlaşılmaktadır. Devletin bölünme diye forma soktuğu ve önümüze attığı soru bizim sorumuz değildir/olamaz.
Hele de bazı sosyalistlerin özyönetime saldırma… Kürtler seni, beni değil kendilerini yönetmek istiyor yollu ifadeleri problematizasyonu ve özyönetimde ifadeye bürünen yaşam gücünü anlamamak anlamına gelmektedir. Özyönetim salt Kürt halkının sorunsalı değildir, yukardan sunulan bir tartışma düzlemi hiç değil. Ayrıca halk yeterli bir soyutlama düzlemi değildir. Halk kendinde komünalliğin yaderk kurulumu değildir, içinde farklı eğilimleri barındırır. Bugün meseleyi Kürt halkı üzerinden tartışmamızın esas nedeni bizim bir kavramı pratiğin güç ilişkileri içinden düşünüşümüz yani materyalist olmamızdan ötürüdür. Özyönetim bir yaratımtır ve Hakikati iyelik eki ile düşünmez. O sahiplik ve mülkiyet temelinde değil kendinde farklanarak çoklaşır. Farklılaşma genel zekadaki (general intelect) varlıktır ve salt evrenin değil toplumun (politeia) da bir yaratma edimidir. Özyönetim “Ayrıların Birliği” olarak değil kurucu güç olarak (constution power) komündür. Sürüden ayrılanlar yeni sürüler oluşturmaya yönelmez. Hangi ilkelerden yola çıkacağız artık onun sorusu olamaz. O sadece kurucu bir ilke üzerinden varoluşunu mümkün kılar.