Kızıl Fularlardan Sarı Yeleklere: Komünalist Gelenek

179 views
51 mins read
179 views
51 mins read

Yazar: Sixtine van Outryve1

Commercy, Fransa — Şubat 2019. Yerel aktivistlerden oluşan kalabalık alkış halinde. Az önce, organize ettikleri yerel yurttaş referandumunda, barakalarını korumak için yerel yönetime karşı mücadele etmeyi oy birliğiyle kararlaştırdılar. Baraka insan sıcaklığının, kardeşliğin, tartışmanın ve günlük yapılan meclislerde kolektif karar vermenin bir mekanı olarak Commercy’nin doğrudan demokrasi hareketinin köşetaşıydı. Belediye başkanı, bu tehditkar demokratik deneyimi ezmek için barakanın yıkılmasına karar verdi. Ancak bu, bir taban referandumunda barakanın korunması gerektiğine yönelik oylarıyla tüm kasabanın desteğini ifade etmesinden, mücadele etmeden olmayacaktı.

Kağıt üzerinde, Fransız devrimcilerin kendilerini yönetmek için devlete baş kaldırmak pahasına kendi seçimlerini organize ettikleri bu sahne, yanlışlıkla Paris Komünarlarının meclisleriyle karıştırılabilir. Hayır, Commercy’de alkış tutan bu kalabalık Komün’den yaklaşık 150 yıl sonra gerçekleşti. İnsanlar kızıl fular değil, günümüz Fransız hükümetine karşı modern zamanlar ayaklanmasının sembolü olan sarı yelek giyiyorlardı.

18 Mart 2021, Paris Komünü’nün 150. yıl dönümüydü. Kısa yaşamına rağmen Komün, siyasal fikirler ve devrimler tarihinde kilit bir noktayı oluşturur. Komünarlar 72 gün boyunca demokratik ve sosyal bir cumhuriyet kurmak için mücadele etti, kendi halk komünleri için seçimler düzenledi, radikal toplumsal tedbirler hayata geçirdi, devrimci kulüplerde politik meseleler tartışıldı ve bunları yaparken Versay’ın karşıdevrimi karşısında Ulusal Muhafızlarla birlikte direniş örgütlediler. Bu devrimci deneyim, Versay’da bulunan Fransız hükümetinin Komünarları vahşice ezmesiyle, Kanlı Haftayla sona erdi. 

 Paris Komünü bundan bir buçuk yüzyıl önce yaşanmış olsa da, bu kısa ömürlü devrim radikal ve halkçı demokrasinin peşinde olan toplumsal hareketlere can vermek için tarih boyunca yankısını sürdürmüştür. Bugün, 2021 yılında, Fransa’nın her yerinde doğrudan demokrasi ilkelerini uygulayan komünalist hareketler 1871’in devrimci ruhunu cisimleştirmektedir. Paris Komünü’nün devrimci ruhu, toplumsal, demokratik ve işçi devrimi, hala canlıdır.

KOMÜNALİZMİN KÖKENLERİ

Komün’de doğrudan demokrasinin sınırları 

 18 Mart 1871 ayaklanmasından sonra kentin kontrolünü elinde bulunduran Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi, 26 Mart tarihinde yerel seçimleri gerçekleştirdi. İki gün sonra, seçim sonuçları açıklandı ve 200.000 kişinin önünde Komün ilan edildi. Daha önce herhangi bir özyönetim hakkı bulunmayan ve merkezi hükümetin boyunduruğu altında olan Paris, artık 90 seçilmiş yetkilinin oluşturduğu yerel meclis tarafından yönetilecekti. Bu kişiler kentin işleyişi ve kamu işlerinin yapılmasından sorumlu olacaktı. Bu açıdan, Paris Komünü süresince yürürlükte olan politika kavrayışı, politik karar alma görevini çoğunluğa değil, seçilmiş bir azınlığa veriyordu. 

Paris Komünü’nün geliştiği bir kaç ay boyunca, yerel meclis her gün, hatta bazen günde iki defaya toplanıyordu. Bunun yanında, yasama ve yürütme gücünü birleştirebilmek için, bazı üyeler ayrıca yürütme komitesinde veya ekonomi, çalışma, eğitim vb. gibi 9 tematik komisyondan birinde yer alıyordu. Bu komisyonların başında, mecliste yer alan geri çağrılabilir delegeler bulunuyordu. Diğerlerinden daha önemsiz olmamak üzere, her seçilmiş yetkili kendi bölgesinin işlerinden de sorumluydu. Bu çoklu görevlendirme, seçilmiş Komünarların sıkı bir zaman yönetme becerisini gerektiriyordu. 

 Geleneksel olarak, Paris Komünü doğrudan demokrasi düşüncesiyle ilişkilendirilmiştir. Açıkçası, evrensel (erkek) oy hakkıyla seçilmiş temsilcilerden oluşan bir kent konseyininin nesi doğrudan demokratik diye merak edilebilir. Elbette, Komün’ün eriştiği demokratik evrim, kendi işleri için artık merkezi hükümete bağlı olmayan — bir kısmı işçi sınıfı mensupları olan — seçilmiş kent konseyiyle sonuçlandı. Peki ya seçimler ve temsili hükümet, doğrudan demokrasinin karşıtı değil mi?

 Komünü diğer geleneksel temsili hükümetlerden farklı kılan şeyse, insanların kamu işlerini müzakere etmek, tartışmak ve tutum almak için sürekli olarak kamusal alanlarda buluşmasıydı. Bu enformel halk meclisleri Komün’ün resmi hükümetini denetlemeyi ve baskı uygulamayı amaçlıyordu. Bu açıdan, doğrudan demokrasi kentin genelinde çoklu meclislerle kurulmuş dört başı mamur ve kamu meseleleriyle ilgilenen, belediye binasında gerçekleşen türden değildi; kent genelinde federasyon olarak örgütlenmiş ve yerel meseleleri aktif bir mahalle hayatı üzerinden yöneten bölge komiteleri; Ulusal Muhafızların meclisleri; çoğunluğu işçi sınıfı mensubu erkeklerden oluşan halk milisleri; 1864’te Londra’da kurulan Birinci Enternasyonalin, İşçilerin Uluslararası Derneği’nin yerel seksiyonları; sendika büroları; ve her şeyden öte, devrimci kulüpler bunun önemli parçasıydı.

Devrimci Kulüpler: “halkın sahnesi ve salonları” 

İlk olarak 1789 ve 1848 devrimci dönemlerinde kurulmuş, 1870’de İkinci İmparatorluğun çökmesiyle birlikte yeniden yapılanmış olan devrimci kulüpler, sayıları, yoğun politik etkinlikleri ve radikalizmleriyle Komün’ün tarihinde önemli bir yer teşkil eder. Akşamları kiliseleri işgal eden bu kulüpler (rahipler takımı akşamüzeri 5 gibi erken bir saatte kapı dışarı ediliyorlardı) yüzlerce hatta binlerce insanı bir araya getiriyordu. Dönemin Parisli gazetecilerinden biri olan Edmond Lepelletier’e göre “halkın sahnesi ve salonları” olan bu kulüpler, “halkın halk tarafından eğitilmesini” hayata geçiriyordu. Kulüpler komünar karşıtları dışındaki herkese açıktı ve toplantılarda aydınlatma giderleri için 1 ila 5 sent arası ödeniyordu. 

Buluşma, tartışma ve karar alma mekanı olan bu halk meclisleri Komün’ün etkinlikleri üzerinde önemli ölçüde denetim uyguluyor, “salt delege” olarak gördükleri seçilmişlerin kararlarını sorguluyor, daha fazla radikalizm talebinde bulunuyor ve önemli politik ve toplumsal meselelere dair çözümlere karar veriyorlardı. Kulüplerin demokratik yaşantısını Komüne yansıtmak amacıyla, belediye binasının yanına yerlemiş olan bir kulüpler federasyonu kurdular ve bu federasyon, kent konseyine yönelik önerileri halk meclislerinden topluyor ve iletiyordu. 

Kulüpler aynı zamanda kadınların politik yaşama katılımı için önemli yerlerdi — hatırlayalım, kadınların oy verme hakkı yoktu. Kadın katılımının önemli ölçüde olduğu kulüplerden bir tanesi olan Club des Prolétaires’in Mayıs ayındaki bir oturumunda, 4 bin katılımcıdan 3 bini kadındı. Başka kulüplerde, Paule Minck veya André Léo gibi hem kızların ve kadınların eğitim hakkı için feminist mücadele yürüten hem de Birinci Enternasyonel üyesi olan kadınlar, kadınlara daha fazla hak tanınması için konuşmalar yapıyordu. Kadınların tam özgürlüğü ve boşanma hakkını destekleyen bir sonuca Club des Libres-penseurs ulaşmıştı.

Son olarak, bazı kulüplerin kendi gazeteleri vardı. Daha önce bahsi geçen Club des Prolétaires, işçilerin kendi çıkarlarının farkına varması için Saint-Ambroise Kilisesi’nde buluşarak Mayıs ayı boyunca Le Prolétaire gazetesini dört sayı olarak yayınladı.

Doğrudan demokrasiye engeller

Yine de, Komün’ün bazı kararları halkın bu demokratik tecrübesine ket vurdu. Hatta, yerel hükümet olarak ele alınan Komün’ün doğrudan demokrasiyi uygulamaması yanında, alınan bu kararlar Komün’ün demokratik karakterinin temellerini sorguluyordu. Örneğin, Komün ilk olarak müzakerelerini gizli yürütmeye karar verdi. Her ne kadar bu, düşmana bilgi vermemek açısından, Versay hükümetinin askeri tehditine karşı koymakla gerekçelendirilmiş olsa da, doğrudan demokrasi talebinde olan bir nüfus içinanlaşılması zor bir karardı. Açıkçası, Komün’ün görünüşte üstün niteliklerinden biri olarak görülen halkın Komün’le ilgili meselelere daimi müdahalesi ilkesinin de altını oymuştur. Ancak, konseyde yapılan sayısız tartışma ve kulüplerin tabandan baskısı sonucunda, 9 Nisan tarihinde Komün’ün verdiği bir kararla müzakerelerin gizliliği Komün’ün Resmi Gazetesinde raporlar yayınlanması suretiyle kaldırıldı.

Komün içerisindeki güçler ayrılığı da onun doğrudan demokratik karakterini sorgulatır. Aslında, seçilmiş yetkililerin hem yerelmeclis — yasama organı — hem de idari komisyon dahil — hep birlikte yürütme gücünü oluşturan — bir veya daha çok komisyonda yer almasıyla, yasama ve yürütme organları Komün içerisinde birleştirilmişti. Politikaları oluşturmakla süreçleri işletmek arasındaki yapısal ayrımın komünalist doğrudan demokrasi için ne kadar önemli olduğunu daha sonra göreceğiz. 

Yerel meclisin bir diğer sorgulanabilir kararı, Komün’e düşman olan gazetelerin yasaklanmasıydı. Her ne kadar bu karar, yine, Versay’ın muhtemel baskı koşullarında Komünarlar karşıtı hareketi susturma ihtiyacı olarak meşrulaştrılsa da, bu karar demokratik bir sivil yaşamın temellerinden biri olan basın özgürlüğü karşısında bir engel olarak değerlendirilebilir — ve bazı Komünarlar böyle değerlendirdi. Dahası, devrimci zamanlarda, ayaklanmanın başından beri artmakta olan kamusal tartışmanın temeliydi basın. Hatta, seçilmiş Komünarlardan biri olan Jules Vallès’in Le Cri du Peuple veya Büyük Devrim’den beri yayınlanan satirik bir gazete olan Père Duchêne gibi ünlü ve yaygın dağıtılan gazeteler kamusal alanlarda yüksek sesle okunuyor ve kolektif olarak tartışılıyordu. 

Son olarak, Komün’ün karakterinin doğrudan demokrasi olup olmadığına yönelik en büyük meydan okuma, 1 Mayıs tarihinde alınan karardır. Bu karar, idari komitenin yerine Halk Güvenliği Komitesi (Comité de salut public) kurulmasını amaçlıyordu. Beş kişiden oluşan bu komiteye Komün’ün “tüm komisyonlar üzerinde en geniş yetkiler” bahşediliyor, ancak bu yetkilerin ne olduğu tanımlanmıyordu. Bu karar, askeri durumu düzelterek ve — çoğunlukla düşman basın organlarını yasaklamak ve hainleri yakalamak şeklinde gerçekleşen — muhalefeti bastırarak devrimi korumak için alınmıştı.

Yine de, herhangi bir tartışma olmadan karar uygulanamadı: Komün’ün bazı üyeleri devrimin Versay’a karşı korunması için komitenin gerekli olduğunu öne sürerken, başkalarıysa komiteyi Komün’ün demokratik işleyişinin sonu ve bir diktatörlüğün başlangıcı olarak gördüler. 1793’te, Büyük Fransız Devrimi süresince yeni kurulmuş cumhuriyeti tehlikelerden korumak için kurulan Halk Güveliği Komitesi’nin hatırası, bu komitenin aşıladığı Terör döneminin — devrime ihanet ettiği varsayılanların usanmadan giyotine gönderildiği — bir tekrarı olabilir korkusunu bazı Komünarlara salmıştır. 

23 oya karşı 45 oyla kabul edilen Komite, anti-otoriter sosyalist azınlığın Komün’ü terk etmesiyle yerel meclis içerisinde bir çatlağa yol açtı. Yine de, bir tür demokratik paradoks olarak, protesto ederek Komün’den ayrılan 4. bölgenin seçilmiş temsilcileri 20 Mayıs tarihinde onlara oy verenlerle bir mecliste buluştular. Meclis, bir kişi hariç, oy birliğiyle, delegelerin Komün’e geri dönmesine yönelik mecburi talimatı onayladı. Ne yazık ki aynı gün, Versay güçlerinin Paris’e girdiği ve Kanlı Hafta’nın başladığı, Komün’ün sonunun başlangıcıdır. 

Bu örnek genellikle Komün’le özdeşleştirilen doğrudan demokrasinin temel öğelerinden birini gösterir: mecburi talimat. Seçilmiş yetkililerin saygı duymak zorunda olduğu ve halk tarafından verilmiş belirgin yetkiyi kapsayan mecburi talimatın bazı zamanlarda uygulandığı görülmektedir. Bunun doğal sonucu olan seçilmiş yetkililerin geri çağırılabilirliğiyse, konuşmalarda ve deklarasyonlarda, ayrıca Ulusal Muhafızların Merkez Komitesi’nin seçim davetinde de yer almasına rağmen, Komün’de uygulanmadığı görülmektedir. Herhangi bir seçilmişin kendi oy verenleri tarafından bir yetkili olarak (belirli bir komisyonun delegesi rolü açısından) geri çağrılmamış olmasına rağmen, geri çağrılabilirlik Paris Komünü’nün diğer kurumlarında yine de fazlasıyla mevcuttu. Hatta, Ulusal Muhafızlar ve işçi derneklerinin ikisi de seçilmiş kişilerin geri çağrılmasını deneyimlemişlerdir. 

Komünlerin Komünü

Yine de Paris Komünü zamanlarında doğrudan demokrasi yerel özyönetimle sınırlı değildi. Bu dönemi etkileyen bir başka şey, çoğunlukla Pierre-Joseph Proudhon tarafından teorize edilip savunulan, özgür komünlerin birlikteliği fikridir. Hatta, bu özerklikyalnızca Paris için değil, Fransa’nın tüm şehirleri ve kasabaları için istenmişti. Böylece, 19 Nisan 1871 tarihli Fransız Halkına Deklarasyon’da Komün, “Komün’ün mutlak özerkliğinin tüm Fransız yerelliklerine genişlediğini” öne sürmüştür. “Komün’ün özerkliği yalnızca, bir aradalığı Fransa’nın birliğini sağlaması gereken, sözleşmeye katılan tüm diğer komünlerin eşit özerklikhakkıyla sınırlanabilir.” Amerikalı filozof Murray Bookchin de benzer bir ifade kullanır: “Paris Komünü, yeni kurulan Üçüncü Cumhuriyet karşısında Fransa’nın tüm komünlerini bir konfederal ikili iktidar yaratmaya davet etti.”

Paris Komünü’nden etkilenen ve onunla dayanışma göstermek isteyen Marsilya, Toulouse, Lyon, Narbonne, Saint-Etienne ve Le Creusot, Mart ayının sonuna doğru kendi komünlerini kurmaya giriştiler. Bu komünler kısa ömürlü oldu ve en çok on gün yaşadı. Baskı sebebiyle, Paris Komünü Fransa’nın başka şehirlerinden çok az destek alabildi. Bunun iki sonucu vardı: birincisi, Versay hükümeti karşısında Paris yalnız kalmış oldu; ikincisi, bir konfederasyon, yahut Komünlerin Komünü fikri dikkate alınmadı. 

TEORİLEŞTİRİLEN KOMÜNALİZM

Komünalizm terimi Paris Komünü’nde ortaya atılmış, Komün’ün etkinliğini ifade etmek için kullanılmış olsa da, terim bugün Murray Bookchin’in geliştirdiği politik teori olarak da bilinmektedir. Paris Komünü’nden kaynaklandığı açıktır, zira Bookchin Geleceğin Devrimi’nde şöyle yazar: “Bu kelime 1871 Paris Komünü’nden gelir. Paris Komünü, Fransa halkının silahlanarak yalnızca Paris kent konseyi ve onun yönetsel altyapılarını savunmak için barikatlar kurması amacını değil, aynı zamanda cumhuriyetçi ulus devletin yerine ülke ölçeğinde kent ve kasabaların konfederasyonunu kurma amacını da taşımıştır.” 

Komünalizmin politik felsefesine göre komün, toplulukların kendi meselelerini yüz yüze ve doğrudan demokrasi tarzında işlettikleri halk meclisleri yoluyla yönettikleri temel politik birimdir. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, komün “kentin yönetsel kurumlarını mahalleler, kasabalar ve köylere dayanan demokratik halk meclislerine doğru radikal bir şekilde yeniden yapılandırmayı amaçlar. Bu halk meclislerinde yurttaşlar topluluk meseleleriyle yüz yüze bir şekilde uğraşır, doğrudan demokraside politik kararlar verir.”

Yerel ölçeği aşan meseleler için belediyeler konfederal modeli takip ederek, Bookchin’in tarif ettiği üzere:

“üyeleri veya temsilcileri, köylerde, kasabalarda ve hatta büyük şehirlerin mahallelerinde yüz yüze demokratik halk meclislerinde seçilen idari konseylerin bir ağıdır. Bu konfederal konseylerin üyeleri, meclislerin kendisi tarafından belirlenmiş politikaları koordine ve idare etmek amacıyla, katı bir şekilde yetkilendirilmiş, geri çağrılabilir ve sorumludur. Dolayısıyla, bunların işlevi tamamen idari ve pratiktir; cumhuriyetçi hükümet sistemlerindeki temsilcilerin işlevi gibi, politikalara karar vermek değildir.”

Aslında Bookchin yerel sınırlar içerisinde yaşayan sakinleri bir araya getiren halk meclisleri tarafından formüle edilen politika yapmak — bir yerel yönetimin izlemesi gereken yol haritasına bağlı olarak verilen politik kararlar — ile halk meclislerinin yakın denetiminde, geri çağırılma ve mecburi yetkilere sahip delegelerin yürüttüğü, bu kararların idaresi — (gerek yerel gerekse konfederal düzeyde) bu kararların koordinasyon ve icra edilmesi — arasında bir ayrım koymaktadır. 

Komünalizm, otonom, doğrudan demokratik belediyelerin, konfederasyonlar olarak örgütlenmesi, ulus-devletlerle politik meşruiyet mücadelesine girmesi, ve nihayetinde bunları ortadan kaldırma çağrısında bulunur. Bu suretle Bookchin, modern idare örgütünün etrafında yapılandığı paradigmayı birlikte oluşturan ulus devleti ve temsili demokrasi modelini politik birim olarak kabul etmez. Hatta, “temsili hükümetin kısıtları sebebiyle bireylerin politik meselelerdeki etkilerini kaybettikleri… devletin hayli profesyonelleşmiş bir yönetim sistemi olarak algılandığı” devlet idaresi modeli karşısında, politikanın “halkın kendi meselelerini demokratik ve doğrudan yönettiği sivil arena ve kurumlar” olarak algılanması gerektiğini savunur. 

Bookchin’in teorileştirdiği haliyle komünalizmin temel ilkeleri şöyledir: temel politik birim olarak komün; iktidarın uygulanma biçimi olarak doğrudan demokrasi; bir buluşma, tartışma ve karar verme mekanı olarak halk meclisinin politik meşruiyeti; bir azınlığın mesleği olarak değil, herkesin gündelik etkinliği olarak politika; halkın daimi meclisi; temsili reddederek, zorunlu ve geri çağrılabilir yetkiler yoluyla iktidarın dağılmasının desteklenmesi; meclisleşen halk ait olan karar alma ile delegelere bırakılanidarenin ayrılması .

İlginç bir şekilde, Paris Komünü komünalist teoriye ilham vermiş olsa da, kurumsallaşan Komün’ün kendisi bazı komünalist ilkeleri hayata geçirmemiştir. Gördüğümüz üzere, Paris Komünü’nde karar alma yetkisi, mecliste bir araya gelen halkın elinde değil seçilmiş temsilcilerin elindeydi; ve dolayısıyla halkın bağlayıcı yetkiler verme kapasitesi düşük, geri çağırmaya dayanan denetleme ve tartışma gücüyse ondan daha da düşüktü. Dahası, Komün’de yasama ve yürütme iktidarı birleşikti, karar alma ve idare arasında herhangi bir ayrım konulmamıştı. Paula Cossart’ın yakında yayınlanacak olan De la Commune au Communalisme [Komün’den Komünalizme] başlıklı makalesinde işaret ettiği üzere, Bookchin bunu Özgürlüğün Ekolojisi kitabında fazlasıyla eleştirmiştir:

“Marx gibi Paris Komünü’nün karar almayla idareyi aynı politik yapı ve kuruluşlarda birleştirmesini takdir eden sosyal teorisyenler bu ayrımı [politikanın formülasyonu ve idaresel uygulanışı] ne yazık ki karıştırdılar. Şüphesiz ki liberter bakış açısına göre başka hiç bir hata daha ciddi değildir. Politikaya dair kararları, genelde delege edilmiş ve karakteristik açıdan hayli teknik bir yönetsel yapıya teslim etmenin tehlikesi, elitizmi ve kamu iktidarına el konulmasını andırmasıdır. Doğrudan demokrasi yüz yüze ve arsız bir şekilde katılımcıdır.”

Dahası, meclisleşen halkın herhangi bir karar alma gücü bulunmaması ilkesel ayrımı gerçeklikten daha da uzak kılmıştı. Bu nedenle, Bookchin’in formüle ettiği komünalizm teorisi, Paris Komünü deneyimindeki teoriyle pek örtüşmez. Daha çok doğrudan demokrasi ilkelerine can vermek ve doğrudan demokrasiye ulaşmak için devrimci eylemin eksikliklerini gidermek için oluşturduğu ideal bir teoridir, Paris Komünü de bu türde geniş ölçekte ilk deneyimlerden biridir. 

Paris’ten bir grafiti: “La Commune de Paris 1781 [sic] / Gilets Jaunes 2018.” Photo by Katerina Ryzhakova / Twitter

KOMÜN YAŞIYOR

Paris Komünü 20. yüzyıl boyunca radikal sol için bir referans oldu. Komün’ün mirası bir çok hareket içinde bulunabilirken, ben bu metinde, Kuzey Doğu Fransa’da küçük bir kırsal kasaba olan Commercy’deki komünalist bir hareket olan Sarı Yelekliler’e odaklanacağım. Gerçekten de, hareketin ilk gününden beri Commercy Sarı Yelekliler halk meclisleri şeklinde örgütlenmiş ve doğrudan demokrasi ilkelerini takip etmiştir. Barakalarında, herhangi bir lider veya temsilci olmadan, tartışmak ve kolektif kararlar almak için günlük meclisler topladılar , her şeyde — kalemler ve kupalardan broşürlere ve eylemlere kadar, çoğunluğu sağlayarak, bir yandan da konsensusu hedefleyerek — oylama yaptılar.

Grup tarafından uygulanan politik örgütlenmede komünalist biçim bir yanıyla Bookchin’in fikirlerinden ilham alıyor. Hatta, komünalist ilkeler, içlerinde grubun demokratik özlemlerine uyan Bookchin’in fikirlerine aşina olan komünalistler tarafından sürekli ortaya atılmıştır. Bu halk meclisleri, Paris Komünü dönemindeki bölge meclisleri ve devrimci kulüplere benzemektedir: insanların sürekli bir araya gelmesi, meclislerin herkese açık olması, komşuların temel politik hususlar hakkında tartışması ve kararlara varması, politikanın profesyonellikten çıkan bir etkinlik olarak görülmesi, temsili politikanın eleştirisi, dayanışma ve karşılıklı yardımlaşmanın örgütlenmesi. Gündelik bir etkinlik olarak politika ideali her gün hayata geçirilmiştir. Dahası, mecburi ve geri çağrılabilir vekillik, Paris Komünü’nde deneyimlenen ve çağrısı yapılanlara benzer şekilde, gerçekleşmekteydi. 

Hatta, Fransız hükümetinin pazarlıklara başlamak için sekiz Sarı Yelekli temsilcisi seçilmesi talebine karşılık, Commercy Sarı Yelekliler, Fransa Sarı Yelekliler’e temsiliyetin ve telafinin reddedilmesi ve her yerde halk meclisleri örgütlenmesi yönünde çağrıda bulundu: “Commercy’den çağrımız, Fransa’nın her yerinde halk komitelerinin kurulması ve bunların düzenli genel meclislerde işlevlenmesi. Konuşmanın özgürleştirildiği yer, kişilerin kendilerini ifade ettiği, eğittiği yer, birbirine yardım ettiği yerdir.” Şöyle devam ettiler: “Eğer delegeler olacaksa, bunlar her yerel Sarı Yelekliler halk komitesi düzeyinde, halkın dünyasına olabildiğince yakın olmalıdır. Mecburi, geri çağrılabilir ve rotasyonlu vekillikle. Şeffaflıkla. Güvenle.” 

Tüm Sarı Yeleklilerin konfedere olmasına yönelik ikinci bir çağrıdan sonra, 2019 Ocak ayının sonunda Commercy Sarı Yelekliler “Meclislerin Meclisini” düzenledi. Yerel Sarı Yelekliler gruplarından 75 delegenin katılımıyla gerçekleşen bu etkinlik kendi işleyişini doğrudan demokrasi ilkelerine göre ele almıştır. Delegelerin çoğu kendi yerel meclislerinin zorunlu ve geri çağırılabilir vekilliğiyle, bir tür federasyon kurma özlemiyle — Komünarlarla paylaşılan bir özlem — yetkilendirilmişlerdi. 

Toplantıdan önce yerel gruplarda yapılan anket sonuçlarına göre bazı meclislerin delegelerinin resmi taleplerle ilgili kararlar alma yetkisi olmadığından, ortak bir çağrıda bulunulmaya, ancak yalnızca yetkisi olan delegelerin çağrıda imzacı olmasına, yetkisi olmayanlarınsa çağrıyı kendi yerel gruplarına sunmasına ve onay alınmasına karar verildi. Toplumsal ve iktisadi adalet ve sosyal haklar talep etmek, baskıyı kınamak; ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobi karşıtı taahhütlerini yinelemek dışında, 5 Şubat 2019 tarihli genel greve kitlesel katılım ve her yerde halk meclislerini kurmaya yönelik çağrıda da bulundular. 

Meclislerin Meclisi’nin konfederal dinamiklerinin Commercy sınırlarını aşarak sağlık krizinin arifesine kadar yaşam bulmuş olması, bu federatif aracın bir çok yerel Sarı Yelekliler grubunun demokratik özyönetim ihtiyaçlarına cevap verdiğini gösterir. 

Yerel ölçekte, Commercy Sarı Yelekliler hareketi 2019 Mart ayında, büyük ölçüde, bu yerel ayaklanmayı bastırmak isteyen başkanın barakayı yıkmasıyla enerjisini yitirmiştir. Hareket, yurttaşların inisiyatifleriyle gerçekleşen yerel bir referandum yapmış ve yerel halkın kitlesel desteğini sağlamıştı. Kendini yeniden inşa etmeye zorlanan hareket, meclis olan tartışma mekanını kurumsallaştırmaya ve Commercy’de yaşayan diğer sakinlere açma kararı alarak Commercy Yurttaş Meclisi’ni (CYM) kurdu. O yılın Mayıs, Haziran ve Eylül ayında yapılan bir kaç meclis sonrasında, aynı zamanda yaz boyunca yapılan bir kaç tematik toplantıda, CYM’yi örgütleyen insanlar bir adım ileri gitme kararı aldılar: belediyeyi almak ve onu halk iktidarının odağı haline getirmek. Komün’ün doğrudan demokrasi yoluyla özyönetimin gerçekleşeceği birim olması açısından Paris Komünü’nün esas ilkesini yankılamaktadır.

Ve hatta, CYM kendi içinden bir grup insana, 2020 Mart belediye seçimlerine bir listeyle katılması yönünde yetki verdi. “Birlikte Yaşayalım, Birlikte Karar Verelim” adlı bu liste, program olarak yalnızca doğrudan demokrasiye sahipti; örneğin, iktidarı CYM’ye vererek, seçilmiş yöneticileri kendi kararlarına bağlayarak — işte, zorunlu vekillik türü. Aktif bir şekilde süren ve 2020 Ocak ayında özgür komünlerin ulusal ölçekte bir araya geldiği ve Meclislerin Meclisi federatif idealinin süreğen takibini gösteren “Komünlerin Komünü” etkinliğiyle noktalanmış, liste 15 Mart 2020 tarihinde yapılan birinci tur seçimlerde oyların %9.77’sini olarak, yalnızca 4 oy eksikle ikinci tura katılmayı başaramamıştır.

Buna rağmen, yurttaş meclisi yoluyla özyönetime izin veren komünalist proje devam etti, çünkü Commercy’de seçimler bir sonuç değil, iktidarı orada yaşayanlara verecek olan bir araç olarak görülmüştü. Her durumda, Commercy’de başlayan şey, yerel bir dinamikten fazlasıydı. Komünalizm tohumunu bir çok Sarı Yeleklinin, protestocunun ve militanın aklına ekti, 150 yıllık idealleri yeniden hayata geçirdi. Komünar ve tanınmış bir anarşist olan Elisée Reclus’nün dediği üzere: “Liderlerin yapmadığını, isimsiz kalabalık yaptı.” Nasıl ki bu Paris Komünü zamanları için doğruysa, günümüz komünalist hareketi için de doğru olabilir. İsimsiz kalabalığın yaptığıysa, komünalist doğrudan demokrasi idealini harekete geçirmekten daha az değil. 

KOMÜN DERSLERİ

Paris Komünü günümüz hareketleri için ilham kaynağı olabilir, onun tarihini, eylemlerini, aynı zamanda kısıtlarını ve yenilgilerini de incelemek, komünalist örgütçülerin ondan öğrenmesine ve belirli tuzaklardan uzak durmasına imkan verebilir. Hatta, radikal sol tahayyüle ilham vermenin ötesinde, bu ilk büyük işçi özyönetimi bize bir takım dersler sunabilir.

Birincisi, kulüplerin yerel yönetimdeki ağırlığı, doğrudan demokrasinin yalnızca bir prosedür değil, aynı zamanda aktif ve harekete geçmiş bir yurttaşlık olduğunu da gösterir. Sivil toplum içerisindeki bu politik angajman patlaması Paris Komünü’nde hayli mevcuttu: Komün’ün devrimci iktidarı da dahil, her türlü iktidar halk meclislerinde bir araya gelmiş insanlar tarafından sorgulanıyordu. Yine de, bu doğrudan demokrasinin kendi sınırları vardı: kulüpler, tüm nüfusu temsil etmeyen devrimci Komün’ü destekleyen bir ortamda geliştiler. Dahası, bu halk meclisleri tüm toplumu değil, en az bir kaç on bin insanı temsil ediyordu. Komünalist perspektiften baktığımızda, nüfusun kitlesel desteğinin nasıl sağlanacağı ve katılımın nasıl güvence altına alınacağı sorusu ortaya çıkıyor. 

İkincisi, yasama (politika yapım) ve yürütme (idare) güçlerinin Komün’de birleştirilmesi, aynı zamanda yurttaşların karar alma süreçlerinin yasal yapısı olmaması, komünalist bakış açısından Komün’ün doğrudan demokratik karakterini ve iktidarı halka verme kapasitesini sorgulanır kılar. Komünalistler, karar alma merkezinin meclisleşen insanların elinde olduğu konusunda ihtiyatlı olmalı, onlara salt müdahale hakkı verilmesiyle yetinmemeli; ayrıca, yürütme gücü geri çağrılabilir ve mecburi vekillere verilmeli — Komün’deki seçilmişlerden bir kaç istisna dışında, kendilerine verilmiş talimatlara geldiğinde ihmal ettiği bir şey. 

Komün bize yine gösterdi ki, devrimci kıvılcım ateşlendiğinde, işçiler mücadeleye katılacak ve özörgütlenecek. Bu özörgütlenme, kendi çıkarları için katliam yapmaya hazır ve tedarikli yönetici sınıfın acımasız baskısıyla karşılaşacak. Hatta, bazı Komünarlar’ın olabildiği gibi, yönetici sınıfın kendi pozisyonunu tehdit eden her şeye karşı ilan edeceği savaşa dair kimse naif olmamalı. Bu baskıyı karşılamak üzere devrimci hareket de hazırlanmalı ve örgütlenmeli — ve bu kesinlikle Paris Komünü’nün temel eksikliklerinden biriydi. Komün, Versay’daki devlet hükümetine karşı hazırlığa daha fazla çaba göstermesi gerekirken sonsuz tartışmalar ve bunların hareketsizlikle sonuçlanması açısından eleştirilmiştir. Paris Komünü’nün baskı döneminde diğer kentlerden yeterli desteği görmemiş olması da, komünalist perspektife göre devlete etkin bir karşı çıkış için konfederal bir hareket yaratmanın ne kadar önemli olduğunu gösterir. 

Devlet baskısının kaçınılmazlığı karşısında cevap bekleyen bir başka temel soru, devrimin korunması için mücadele etmekle doğrudan demokratik yollarla yeni bir devrimci toplum örgütlemek arasındaki hassas dengenin nasıl kurulacağı. Komün bu ikileme Halk Güvenliği Komitesi’ni kurarak yanıt verdi. Sivil özgürlükleri kısıtlayarak yürütme iktidarını bir azınlığa veren bu merkezi yapı, Paris Komünü’nün oluşturmak istediği iktidar idealinden bir hayli uzaktı ve muhtemelen insanları devrimci harekete yabancılaştırdı.

Tüm bu derslerin ötesinde, bu ilham verici-ama-trajik tarihten hareketlerin alabileceği, Komün’ün bize göstermiş olduğu ve Sarı Yelekliler hareketinin de bir kez daha tasdik ettiği üzere, politik olarak aktif olmak için politik mücadelenin kendisinden daha iyi harekete geçirici bir şey olmadığıdır. Devrimci durumlar, kendi politik varlıklarının bilincinde olmayan kişilerin kendilerinde derinlere gömülmüş olan sosyal kanaatleri keşfetmelerini; lider, konuşmacı, örgütçü, yazar, savaşçı vb. olmaya dair gizli yeteneklerini ortaya çıkarmalarına vesile olur. Toplumsal dönüşüm hayali bu kolektif coşkuyu ve büyük enerjiyi harekete geçirebilir. Ve bu, yönetici sınıfların en korkulu rüyasıdır.

———————————————–

1. Sixtine van Outryve, Belçika’daki UCLouvain’de politik ve hukuk teorisi alanında doktora araştırmacısıdır. Araştırmaları, komünalist bir perspektifle doğrudan demokrasi teorisi ve pratiğine, daha özel olarak da Fransa ve Kuzey Amerika’da özyönetim için mücadele eden sosyal hareketlere odaklanıyor. Aynı zamanda Paris Komünü’nün 150. yıldönümü için “Yaşasın Komün!” Adlı bir serginin ortak yazarıdır. 

Türkçeye çeviren: Umut Kocagöz

Yazının aslı Roar Magazine web sitesinde 18 Mart 2021’de, Türkçe çevirisi Toplumsal Ekoloji dergisinde yayınlanmıştır.
https://roarmag.org/essays/paris-commune-yellow-vests/