Perry Anderson’dan “Siyonun Evi”

107 views
149 mins read
107 views
149 mins read

PERRY ANDERSON – New Left Review/2015

Yüzyılın başından bu yana Arap devletleri, Soğuk Savaş sonrası dünyada benzeri olmayan bir Batı askeri müdahale alanı haline geldi: ABD’nin Irak’ı işgali, NATO ‘nun Libya’yı bombalaması, ABD ‘nin Suriye’deki vekilleri, Washington destekli Körfez İşbirliği Konseyi’nin Yemen’e saldırısı. Peki ya geleneksel düşmanları? İkinci İntifada sırasında bu sayfalarda yer alan bir makalede, Oslo Anlaşmalarının çıplak adaletsizliklerine yansıyan Siyonist ve Filistinli iki milliyetçilik arasındaki güç dengesi incelenmişti.dipnot1 O zamandan bu yana ne kadar değişti? Batı Şeria’da çok az şey. İlk İntifada, aktivistleri kendileri de yeni yaratılmış olan yerel üniversitelerden gelen yeni nesil Filistinlilerin isyanıydı. İşgalcilerin bel bağladığı uysal ileri gelenleri yerinden eden bu kişiler, üç yıl süren halk gösterileri, grevler, boykotlar ve işbirlikçilerin cezalandırılması dalgasına öncülük ettiler. Tunus’ta sürgünde bulunan Plo sürpriz bir şekilde yakalandı ve bu olayda çok az rol oynadı. Lübnan’daki üslerinden kovulan ve Körfez Savaşı’ndan sonra Suudi Arabistan ve Kuveyt tarafından fonları kesilen örgüt, Oslo anlaşmalarıyla güçsüzlüğünden kurtarıldı ve anavatanının parçalarına görkemli bir şekilde geri döndü.

Ulusal kurtuluş mücadelesinde bir dönüm noktası olarak sunulan 1994’te kurulan Filistin Yönetimi, temel işlevi Siyonizme karşı direnişi somutlaştırmak değil, kontrol altına almak olan Batı ve İsrail’in ortak yapımıydı. Batı için, Çöl Fırtınası Operasyonu’nun zaferinden sonra Yeni Dünya Düzeni’ni tamamlamak için Arap çalkantılarından arta kalan bir cebin toparlanması gerekiyordu. İsrail için Filistin Yönetimi, Batı Şeria’da devam etmekte olan Yahudi yerleşimlerini tehlikeye atma tehdidinde bulunan ve genişlemesi için yerel bir paramiliter aygıtın sağlayabileceği daha güvenli bir ortama ihtiyaç duyan birinci İntifada’nın yayılmasını engellemede idf için uygun maliyetli bir vekil olarak hareket edecekti. Başından beri Filistin Yönetimi özerk bir geçim kaynağından yoksundu; gelirinin yüzde 70 ila 80’i Batı’dan gelen sübvansiyonlar ve İsrail transferlerinden geliyordu. Ortaya, maddi olarak bağımlı olmadığı ve ihtiyaçlarını görmezden gelebileceği bir nüfustan kopuk, asalak bir rantiye devlet minyatürü çıktı. Çok daha önemlisi, kaçınılmaz olarak, maaş verenlerin gereksinimleriydi.

Arafat rejimi ayaklanmanın liderliğini potansiyel bir tehdit olarak gördü ve Batı Şeria’ya yerleştikten sonra bu liderliği tasfiye etti. Geleneksel eşraf, Tunus’tan paraşütle indirilen ve işbirliği gelirleriyle genişletilen El Fetih aygıtı etrafında inşa edilen bir güç yapısına geri getirildi.dipnot2 Oslo’dan önceki son yılda, idf hala tam askeri kontrol altındayken, İşgal Altındaki Topraklar’daki sivil idarenin sayısı neredeyse tamamı Filistinli olan 27.000’di. Yeni yüzyıla gelindiğinde Filistin Yönetimi’nin maaş bordrosu 140,000’in üzerine çıkmıştı ve bunların 60,000 kadarı güvenlik imparatorluğunu oluşturuyordu. Birbiriyle rekabet halindeki on iki baskı aygıtı -jandarma, gizli polis, başkanlık muhafızları, askeri istihbarat, özel kuvvetler, sahil güvenlik ve daha fazlası- Batı Şeria’yı yeryüzündeki en sıkı polisiye önlemlerin alındığı yerlerden biri haline getirdi: her on altı kişiye bir ajan düşüyordu.dipnot3 CIA ve Ürdün tarafından eğitilen ve donatılan, işkencenin rutin olduğu bu şişirilmiş güvenlik kompleksi, bütçenin üçte birini emiyor, eğitim ve sağlık harcamalarının toplamından daha pahalıya mal oluyordu. Bu güvenlik biriminin gözleri, kendileriyle boy ölçüşemeyecekleri işgalcilere değil, yurttaşlarına çevrilmiş durumda.

Baskı, işbirlikçilikle cilalanmıştır. Tüm rantçı devletlerde olduğu gibi, patronaj -verilen ya da verilmeyen- sistem için kritik öneme sahiptir, özellikle de güvenlik imparatorluğu içinde.dipnot4 Tüm hanelerin yaklaşık beşte biri geçimlerini rejim tarafından dağıtılan işlere ya da iltimaslara borçludur. Yolsuzluk, cumhurbaşkanlığı ve bakanlık seviyelerindeki büyük zimmete geçirmelerden sokaktaki küçük vurgunlara kadar yönetimin tüm basamaklarına nüfuz etmektedir. IMF ‘nin tahminlerine göre 1995-2000 yılları arasında İsrail’in doğrudan işbirliğiyle Arafat ve çevresinin cebine 1 milyar dolara yakın para girdi.dipnot5 Tekel sözleşmeleri ve ticari ayrıcalıklar gurbetçilere dağıtıldı, yetkililer de paylarını aldı. Yabancı fonlarla ayakta duran STK’lar, yöneticileri için self-servis atm’lere dönüştü. El Fetih çeteleri tarafından yapılan haraç ve haraç toplama olayları yaygındır.dipnot6 Yargının itibarı polisinkinden bile daha düşüktür. Ramallah çevresindeki villalarda, hırsızlık ya da kaçakçılıkla zenginleşen (İsrail’e Ayrım Duvarı’nın inşasına yardımcı olmak için Mısır’dan kaçak çimento bile getirilmiştir) bir bürokrat ve işadamı tabakası, Oslo’nun sınır ötesindeki göçmen işlerini kapatmasının ardından, beş parasız işçiler ve işsizlerden oluşan bir manzaranın üzerinde yükselmektedir. İkinci İntifada sırasında İşgal Altındaki Topraklarda ortalama gelirler beşte iki oranında düşmüş ve yoksulların sayısı üç katına çıkmıştı.dipnot7 2001’de bu kez intihar bombalarıyla patlak veren ayaklanma, özgürleşme iddiasının ne hale geldiğine dair bir hayal kırıklığı ve umutsuzluk patlamasıydı.

2

2002 yılında İsrail’in İşgal Altındaki Toprakları işgali olan Savunma Kalkanı Operasyonu, kamplardaki ve kasabalardaki direnişin kökünü kazımış, yerel altyapıyı yok etmiş ve Arafat’ı bu süre boyunca sığınağına hapsetmiştir. Filistin Yönetimi’nin güvenlik güçleri, İDF Yahudiye ve Samiriye’de ilerlerken neredeyse hiç kıpırdamadı. İsrail tarafından kendisine biçilen rolü yerine getiremeyen ya da bu rolle mücadele edemeyen Arafat’ın görev süresi iki yıl sonra doldu. Kendisinden önce yabancıların egemenliğine alet olan ve onları kullanmayı düşünen pek çok kişi gibi o da onlar tarafından bir kenara atıldı.dipnot8 Halefinin ilk icraatı İkinci İntifada’nın resmen sona erdiğini ilan etmek oldu. Batı Şeria’yı güvence altına alan Şaron, 2005’te Gazze’deki çok az sayıdaki Yahudi yerleşimciyi tahliye ederek ve İdf ‘yi Gazze’nin etrafına yeniden konuşlandırarak Gazze’yi bir açık hava hapishanesine dönüştürdü; bu hamle, yardımcısı Dov Weisglass’ın da açıkladığı gibi, Oslo Anlaşmaları’nın son versiyonu olan Yol Haritası’nın öngördüğü üzere ‘Filistinlilerle siyasi bir süreç yaşanmamasını sağlamak için gereken formaldehit miktarını temin etmek’ için tasarlanmıştı.dipnot9 Öyle de olacaktı. Batı’yı dehşete düşüren bir şekilde, on yıl aradan sonra nihayet 2006’da Filistin yasama meclisi seçimleri yapıldığında, El Fetih’in yolsuzluk ve teslimiyet kokusu seçmenler için çok fazla geldi. Hamas, kısmen İsrail’e karşı daha ilkeli bir muhalif olarak, ama esas olarak daha temiz bir parti olarak, halka daha iyi bir sosyal bakım siciline sahip olarak sandalyelerin çoğunluğunu kazandı. Ardından gelen hükümete Batı yaptırımları uygulandı ve Batı’nın teşvikiyle Abbas, El Fetih’i yeniden iktidara getirmek için bir darbe hazırladı. Yaklaşmakta olan darbenin farkında olan Hamas ilk darbeyi vurdu ve 2007 yazında El Fetih’i Gazze’den kovarak Batı Şeria’nın kontrolünü Abbas’a bıraktı. Abbas’ı orada sağlamlaştırmak için Paris’te bir Bağışçılar Konferansı düzenlendi ve Ramallah’a eşi benzeri görülmemiş bir Avro-Amerikan para akışı oldu. Böylece barış süreci maskaralığı -her iki bölgede de etkin bir yönetime sahip herhangi bir Filistin otoritesinin yokluğunda- sadece Washington ve Brüksel’deki ideolojik uygunluk amaçları doğrultusunda devam edebildi.

Abbas o zamandan beri başkanlığını süresiz olarak uzattı. Polisi Batı Şeria’daki halk ayaklanmalarını bastırmak için Shin Bet ile el ele çalışmaya devam ediyor ve Oslo’da hazırlanan ‘Scurrier’ sisteminin Arafat’ınkinden bile daha aşırı bir versiyonunu uyguluyor.dipnot10 Abbas’ın hükümeti şekil ve içerik olarak Amerikan isteklerine uymak için elinden geleni yaptı. Bizim göz etimimiz altında Filistin Yönetimi, 2006’da bumerang gibi patlamadan önce, temsili El Fetih lehine çarpıtmak üzere tasarlanmış bir seçim sistemi kurdu. Bizim ısrarımızla Abbas için başbakanlık makamı oluşturuldu -Arafat’a güvenmeyen Washington onu kontrol etmek istedi- ve Arafat’ın yerine geçtiğinde bu makam IMF’nin adayı Salam Fayyad tarafından dolduruldu. Abbas, ABD ‘nin isteği üzerine, İsrail’in Gazze’deki eylemlerini eleştiren bir BM raporunun engellenmesinde işbirliği yaptı. Saldırıdan sorumlu olan Olmert yolsuzluk suçlamalarından geçici olarak aklandığında, Abbas onu tebrik etmek için koştu.dipnot11

3

Yasadışı bir şekilde başbakanlığa getirilen ve ABD ‘de ‘Arap yönetiminde şimdiye kadarki en heyecan verici yeni fikir’ (Thomas Friedman’ın deyimiyle) olarak lanse edilen Fayyad, baskıyı arttırmak ve İsrail’le daha da yüzsüzce işbirliği yapmak için teknokratik bir gelişme cilası sağladı: sadece 2009’da 1.200’den fazla ortak operasyon.dipnot12 Saree Makdisi, “Bu düzenlemeden yararlanan küçük bir klik dışındaki tüm Filistinliler için, Abbas’ın ABD tarafından eğitilmiş ve İsrail tarafından silahlandırılmış milislerinin İsrail güçleriyle işbirliği yapması, Batı Şeria’daki mülteci kamplarına baskınlar düzenlemesi, işgale karşı potansiyel direniş kaynakları araması -İsraillilerden doğrudan emir almasalar da- groteskten başka bir şey değildir” diye yazıyor.’dipnot13 Başında üç yıldızlı bir Amerikalı generalin bulunduğu özel ABD Güvenlik Koordinatörlüğü’nün himayesinde yürütülen bu kıskaç, Gazze’ye saldırmaları için IDF güçlerinin serbest bırakılmasına yardımcı oldu. Arafat ve Abbas’ın milyarder Munib al-Masri -Batı Şeria’nın Carlos Slim’i, servetinin Filistin gayrisafimilli hasılasının üçte biri olduğu tahmin ediliyor- gibi yandaşları zenginleşirken, hareketin beş yüzden fazla yol barikatıyla kontrol edildiği ve günlük yaşamın binlerce askeri düzenlemeye tabi olduğu Batı Şeria halkının işgal altındaki durumu her zamanki gibi perişan. Aradan geçen bir düzine yılın ardından kişi başına düşen gelir 1999 yılındaki seviyesine ancak ulaşabilmiştir.dipnot14

Bu arada, silahlı direnişi reddettiği ve İsrail’i tanıdığı için ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak dışlanan Gazze’de Hamas, abluka altındaki ve defalarca işgal edilerek hırpalanmış halkı sefalet uçurumuna düşürülmüş bir kıyı şeridini yönetiyor. Kısa vadede, İdf ‘nin İsrail’e yönelik nafile roket saldırılarına verdiği büyük misilleme -hepsi kendisine ait değil- Hamas’ı her seferinde dimdik ayakta bırakarak vatanseverlik payesini yükseltti. Ancak halkın yaşamını katlanılabilir seviyelerde sürdürme kabiliyetini azaltan her işgal, zayıflayan halk desteğini telafi etmek için daha sert bir siyasi el gerektirdi ve Hamas’ı El Fetih’inkine daha yakın uygulamalara itti.dipnot15 Bir bütün olarak enklav üzerinde, onu havadan, denizden ve karadan gözetleyen ve su, yakıt ve elektrik tedarikini kontrol eden İsrail, işgal olmaksızın hakimiyeti elinde tutuyor. Sisi diktatörlüğü Hamas’ın dünyaya açılan tek kapısı olan Sina tünellerini kapattığında Hamas köşeye sıkışmış oldu. O zamana kadar Suriye’den Katar’a taşınan dış liderliği de Filistin için şimdiye kadar hep reddedilen Batılı parametrelere uyum sinyalleri veriyordu. Böylece, Gazze’deki 40.000 Hamas memurunun maaşlarının ödenmesi için fonların serbest bırakılması ve yeni bir yasama organı için ortak seçim sözü karşılığında El Fetih’in teorik olarak her iki bölgeden sorumlu bir hükümet kurmasına izin veren bir anlaşmayla ulusal hareketin nominal olarak yeniden birleşmesinin yolu açılmış oldu.dipnot16 Bugüne kadar ikisi de gerçekleşmedi, Hamas Batı ambargosu altında kaldı.

4

Bu arada Siyon’un etki alanı da giderek genişledi. 1991’de Oslo Anlaşmalarının arifesinde Batı Şeria’da yaklaşık 95,000 Yahudi yerleşimci vardı. Yirmi yıl sonra bu sayı 350,000’e ulaştı. İsrail Doğu Kudüs’ü fethettikten beş yıl sonra Yahudi nüfusu hala sadece 9,000’di. Bugün bu sayı 150.000’in üzerinde, belki de 200.000.dipnot17 Toplamda yarım milyondan fazla Yahudi şu anda İşgal Altındaki Topraklarda yaşamaktadır. Bunların yerleştirilmesi, yerleşimlerin akışını organize eden, finanse eden ve yaklaşık 28 milyar dolara kadar koruyan devletin kasıtlı ve sürekli bir girişimi olmuştur.dipnot18 Oslo’dan bu yana, büyüme oranları İsrail nüfusunun iki katından fazla olmuştur. Yaygın inanışın aksine, Oslo Anlaşmalarında hiçbir şey bu yerleşimleri yasaklamamıştır; bunlar barış sürecinin tamamen yasal yönleridir ve en başından beri bu sürecin en iyi örneğini oluşturmaktadırlar.

Tasarım olarak Doğu Kudüs ve Batı Şeria iki ayrı yerleşim planını oluşturmaktadır. İsrail 1967’de birincisini ilhak ederek bölünmemiş şehri bundan böyle başkenti ilan etti. Daha yüksek öncelik, daha yüksek yoğunluk anlamına geliyordu. Doğu Kudüs’teki Filistinliler artık Batı Şeria’dan kopuk bir şekilde Yahudi mahalleleriyle çevrelenmiş durumdalar. 2014’ten beri yürürlükte olan Anayasa’ya göre İsrail’in herhangi bir toprak devrini onaylamak için Knesset’in üçte iki çoğunluğu ya da üçte ikiden daha az bir çoğunluk olması halinde yapılacak bir referandum gerekiyor ki bu da Doğu Kudüs’ün ilhakını iki katına çıkarıyor. Oranların daha az elverişli olduğu Batı Şeria’da ise öncelik toprak genişliğinden ziyade stratejik kontroldür. Burada ‘Yahudiye ve Samiriye’nin en fazla yüzde 5’ini kapsayan yerleşimler, beşte ikisi üzerinde belediye yetkisine sahiptir. Kendilerini İsrail şehirlerine bağlayan ve Filistinli nüfusu birbirinden ayıran bir otoyol ağıyla birbirine bağlanan bu yerleşimler, özel vergi indirimleri ve konut sübvansiyonlarının yanı sıra tercihli su tahsisinden de yararlanmaktadır.dipnot19 Askeri koruma, Batı Şeria’nın yüzde 60’ını doğrudan yönetmeye devam eden IDF tarafından sağlanırken, Ayrım Bariyeri geri kalan kısmın büyük bölümünü İsrail’den ayırmaktadır.dipnot20 Bariyerin inşasından bu yana Batı Şeria’dan intihar amaçlı saldırıların sayısı düşmüştür. Yahudi devletinin önceki varlığının iki katından daha uzun bir süre olan işgalin ellinci yıldönümü yaklaşırken, ‘yerleşim’ kelimesinin üzerinde başka bir anlam beliriyor.

5

Yeni yüzyılda İsrail zenginleşti. Eski Sovyetler Birliği’nden gelen, ortalama eğitim seviyeleri ve becerileri savaş sonrası gelen Aşkenazların çok üzerinde olan bir milyon göçmenin (bunların yarısı profesyonel: öğretmenler, doktorlar, bilim adamları, müzisyenler, gazeteciler-footnote21) ülkeye girişi ekonomiyi yeniden canlandırdı. İkinci İntifada’nın ezilmesinden bu yana, OECD’deki karşılaştırma ülkelerinden sürekli olarak daha yüksek büyüme oranları kaydetmiştir. Ülke tarihindeki en uzun süreli genişlemenin ardından, 2003’ten 2007’ye kadar, İsrail 2008 mali krizini Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ekonomilerinin hepsinden daha iyi atlattı ve o zamandan beri onlardan daha iyi performans göstermeye devam etti. ABD ve Japonya nın iki katı olan dünyanın en yüksek bilim insanı ve mühendis oranına sahip olan İsrail, şu anda dördüncü en büyük yüksek teknoloji silah ihracatçısıdır ve insansız hava araçları ve gözetleme konusunda en ilerinoktadadır. Bilişim sektörü, silah ve eczacılık ürünleri de dahil olmak üzere, gelişen turizmle birlikte cari açığın kapanmasına yardımcı olan bir ihracat hamlesine öncülük etti. Ülkenin dış borcu yok ve on yılı aşkın bir süredir net dış varlık fazlası veriyor. Yurt içinde emlak, inşaat ve perakende ticarette yaşanan patlamanın yanı sıra, Intel ve Microsoft’un yurt dışında kurduğu ilk Ar-Ge operasyonlarını da beraberinde getiren, başta Amerikan olmak üzere yurt dışından gelen yatırımlar da artmaktadır.dipnot23 Risk sermayesi, özel sermaye ve hedge fonları bol miktarda bulunmaktadır. İş dünyasının moralini daha da yükselten bir başka gelişme de açık denizlerde doğal gaz çıkarılmasıyla elde edilecek enerji bolluğu. Çevresel direniş şimdiye kadar kaya petrolü için sondaj yapılmasını engellemiş olsa da, ülke kendisini bir petrol ihracatçısı haline getirebilecek bol miktarda rezerve sahiptir. İstatistiklere göre, 2014 yılında kişi başına düşen 37.000 dolarlık gelirle İsrail şu anda İtalya ya da İspanya’dan daha zengin.

Sosyal açıdan bu başarı, 1985 istikrar planının bir dönüm noktası olduğu seksenli yılların neo-liberal dönüşüne daha da radikal bir ivme kazandırıldığı için her zamankinden daha çarpıktır. Likud-Labour koalisyonu 2003’teki politika paketinde kurumlar vergisini düşürdü, kamu çalışanlarını işten çıkardı, sosyal yardımları ve kamu sektörü ücretlerini azalttı, devlet holdinglerini özelleştirdi ve mali piyasaları serbest bıraktı. İki yıl sonra İsrail Merkez Bankası, 1985’teki şok terapisinin Amerikalı danışmanı, IMF başkan yardımcısı ve şu anda Federal Rezerv başkan yardımcısı olan Stanley Fischer’in yönetimine geçti ve ekonomik disiplin konusunda uluslararası bir isim haline geldi. 1984 ve 2008 yılları arasında kamu harcamalarının GSYH ‘ye oranı yüzde 40 düşerken, ortalama ücretler OECD performansının en alt aralığında durgunlaştı.dipnot24 Hisse senedi fiyatları yükseldi ve konut maliyetleri artarken, sağlık harcamaları azaldı ve nüfusun beşte biri yoksulluk sınırının altına düştü. Yüksek teknoloji start-up’ları ve rekor ihracat parıltısının altında, tüm işlerin yarısından fazlasının bulunduğu ve verimliliğin düşük kaldığı ekonominin daha geleneksel sektörlerinde de her şey yolunda değildir. Burada, ikinci İntifada’dan sonra, İşgal Altındaki Topraklardan gelen ucuz işgücünün yerini Tayland, Romanya, Çin, Filipinler ve diğer yerlerden gelen yasal ve yasadışı göçmen işçiler alırken, tipik olarak diğer gelişmiş ülkelerdekinin yaklaşık iki katı büyüklüğündeki bir gölge ekonomide süper sömürülürken, İsrail’in ikinci sınıf Arap vatandaşları arasında -nüfusun yaklaşık yüzde 20’si- işsizlik endemik olarak yüksektir.dipnot25 Bu büyüme modelinin diğer kutbunda, zenginlik bir avuç yeni zengin işadamı arasında inanılmaz bir şekilde yoğunlaşmıştır; İsrail’in en büyük on holdingi borsanın üçte birini kontrol etmektedir ve bu durum hiçbir Batı borsasıyla kıyaslanamaz.

6

Siyasi olarak, yetmişli yılların sonunda İşçi Partisi’nin iktidarını ilk kez kıran Siyonizmin revizyonist kanadı hegemonyasını pekiştirdi. Hükümette sık sık ittifak yapan iki kamp arasında cepheden muhalefet nadiren görülse de, her birinin kullanabileceği güç dengesinde uzun vadeli bir değişim olduğu açık. Begin’in göreve gelmesinden bu yana geçen kırk yılda Likud on sekiz yıldan fazla, Likud’un başını çektiği ya da ondan transfer olan iki koalisyon on iki yıl, İşçi Partisi ise altı yıl iktidarda kaldı. Bu süre zarfında Likud’un başındaki Netanyahu art arda üç seçim kazanan tek siyasetçidir ve mevcut dönemini tamamlarsa İsrail Başbakanı olarak Ben-Gurion’un bir yıl gerisinde kalacaktır. Ancak onun yükselişi, kendi konumundan çok İşçi Partisi’nin çöküşünün bir sonucudur. Neo-liberal dönüşün temsilcisi olarak 2003 paketinin yazarı ve ülke tarihindeki en Amerikanlaşmış lider olarak son ekonomik karneden payını alabilir. Ancak bu aynı zamanda konut pahalılığı ve servet eşitsizliğine karşı orta sınıf gösterileriyle yaygın bir toplumsal hoşnutsuzluğa da yol açtığından, kesin bir kazanç değildir. Daha da önemlisi, revizyonist bir bakış açısının daha tutarlı bir ürünü olarak güvenlik konusunda daha sert bir duruş sergilemesi oldu. Herhangi bir seçim yarışında, siyasi kararlılığın ekonomik kaygıları gölgede bırakabileceği en hassas alan genellikle budur. Birbiri ardına gelen etkisiz liderler altında taklit ve kaçamak arasında gidip gelen İşçi Partisi, Netanyahu’nun güçlü el güvencesi karşısında düzenli olarak yenilgiye uğradı. Son olarak Likud, dinci partileri kabinelerine alma konusunda istikrarlı bir şekilde daha başarılı oldu – bu da Siyonizm versiyonunun mantıksal bir işlevi: tavan arasında eski sosyalist kalıntılar yok, siyasi amaçlar için dinin pragmatik kullanımında daha désinvolte.

İsrail’de siyasi sistemin istikrarı her zaman Siyonizm ve Yahudiliğin birbirine bağımlılığına dayanmıştır. Günlük düzeyde, kültürel sonuç, cahil bir ruhbanlığın ve rahat bir laikliğin paradoksal ortak yaşamıdır – Ortodoks ayrıcalıkları ve tabuları, aralarında gerçekten ciddi bir çatışma olmaksızın, herhangi bir İskandinav serbestliği kadar sınır tanımayan bir sivil toplumu çizer. Tarihsel olarak bu paradoksun koşulları iki yönlü olmuştur: olumsuz olarak, getto etrafındaki bariyerler yıkıldıktan sonra, özgürleşmiş Yahudi zihinler tipik olarak hala Hıristiyan olan dünyadaki seküler tartışmalara katılıp kendi dinlerini görmezden geldiklerinde, Hıristiyanlığın radikal Aydınlanma yıkımlarıyla karşılaştırılabilecek herhangi bir Yahudi Yahudilik eleştirisinin olmaması;dipnot26 ve olumlu olarak, seküler Siyonizm’in herhangi bir ortak dil veya coğrafya bağından yoksun bir halkı birleştirmek ve Vaat Edilmiş Topraklar üzerindeki iddialarına teolojik bir temel sağlamak için dini bir çağrıya ihtiyaç duyması. Bunun sonucunda ortaya çıkan din adamı-seküler melezi -her sınır toplumunun genel özellikleri tarafından belirlenen, her zaman cahil bir maçoluk ve en düşük ortak paydaya sahip popüler kültür üretmeye yatkın- Avrupa Yahudi geçmişindeki geniş eleştirel rezervler hiçbir zaman tamamen etkisiz hale getirilememiş olsa bile, entelektüel yaşam için öldürücü olabilir. Ancak siyasi yaşamda istikrar sağlayıcı bir mekanizma olmuş, onu görünüşte parçalı ama esasen sabit biçimlere lehimlemiştir.

Elbette bu istikrarın en derin kaynağı, dış tehlikelere karşı birlik olma eğilimidir. Hiçbir şey toplumu, aldıklarını kaybetme korkusundan daha sıkı bağlayamaz. Arap dünyası her ne kadar evcilleştirilmiş olsa da 1948 ve 1967 fetihlerinin altını henüz doldurmadı ve Filistinlilerin öfkesi her ne kadar güçsüz olsa da henüz söndürülemedi. Bu çevreden gelebilecek potansiyel intikam karşısında, iç acıların pek bir ağırlığı yok. Bu koşullar altında, AB ve ABD’deki yüksek seviyeleri bile aşan kamu hayatındaki yaygın yolsuzluk, öfkeden çok kayıtsızlığa yol açıyor. Milyarderleri Rus oligarkların İsrailli muadilleri olan şirketler dünyasında yaygın olan yolsuzluk, neredeyse tüm siyasi yelpazeye yayılmış durumda. Birbirini izleyen mali ya da cinsel skandallar Rabin, Peres, Şaron, Netanyahu ve Ramon’dan en son Olmert ve Katsav vakalarına kadar kamusal sahnedeki hemen her önemli figürü içine çekmiştir: rüşvetten hüküm giymiş bir Başbakan ve tecavüzden hüküm giymiş bir Cumhurbaşkanı.dipnot27 Bununla birlikte, mevcut siyasi sınıfa karşı duyulan yaygın horgörü ona karşı bir tehdit değildir. Siyasi sistem halkın saygısını o kadar çok kaybetmiş gibi görünebilir ki, değişim için olgunlaşmış olmalıdır, ancak güvenlik zorunlulukları hiçbir sapkın görüşün seçim alanına sahip olmamasını sağlar, bu nedenle risk altında değildir. Yahudilerin çektiği acılar ve hakları konusunda neredeyse herkes hemfikir olduğu için, seçmenler zaten hepsi aynı politikaları izleyen yöneticilerinin ufak tefek yanlışlarını hor görmeyi göze alabiliyor. Muhtemelen böylesine küçümseyici bir sinizmi böylesine refleks konformizmiyle birleştiren başka bir siyasi kültür yoktur.

7

Aynı dönemde, uluslararası ortamdaki değişiklikler İsrail için daha az elverişli olmuştur. Amerika’da, yüzyılın başında hala güçlü olan, Yahudi devletinin eleştirilmesi ya da Washington’daki Siyonist lobinin gücüne atıfta bulunulması tabusunda bir düşüş yaşanmıştır.dipnot28 2006 yılında John Mearsheimer ve Stephen Walt tarafından yapılan ilk tam kapsamlı eleştirel çalışmanın ortaya çıkması bir dönüm noktası olmuştur. Yahudi cemaatinin kendi içinde, J-Street’teki İşçi Partisi’ne özlem duyan liberaller ile hala çok daha güçlü bir örgüt olan aipac’taki Likud’un muhafazakar hayranları arasında bölünmeler ortaya çıkmıştır. Amerika’daki genç nesil Yahudilerde, genel olarak çağdaşları arasında olduğu gibi, dini inançlar azaldı, ancak İsrail’e yönelik coşkunun zayıflaması, Vaat Edilmiş Topraklar’ın ne hale geldiğine dair endişe veya öfkeden ziyade artan bir kayıtsızlığa neden olmuş gibi görünüyor.dipnot29 Yahudi duyarlılığındaki bu tür değişimler, Tel Aviv’in belirli eylemlerinin ara sıra sorgulanmasının, her zaman korunaklı olsa da, medyada daha kabul edilebilir hale geldiği ana akım görüşteki huzursuzluk seğirmelerinde yansımasını buluyor.

Diplomatik düzeyde Beyaz Saray, Oslo Anlaşmalarından bu yana olduğu gibi, bir tür Filistin devletinin kurulmasına resmi olarak bağlı kalmaya devam etmekte, Batı Şeria’daki yerleşimlerin genişletilmesine karşı çıkmakta ve BM’deki müttefikini eleştiren her türlü adımı engellemektedir. Obama Yönetimi’nin bu tutumunda, zaman zaman yapılan retorik ayarlamalardan farklı olarak, önemli bir değişiklik görülmedi. Ancak 1956’dan bu yana ilk kez ABD ile İsrail arasında Filistin konusunda değil ama İran konusunda ciddi bir politika çatışması ortaya çıktı. Her iki güç de Tahran’ın İsrail’in bölgedeki nükleer silah tekelini sona erdirecek herhangi bir kapasiteye sahip olmasını engellemeye kararlı. ABD ‘nin ısrarıyla 2006 yılında İran’ı böyle bir hevesten vazgeçmeye zorlamak için yaptırımlar uygulandı ve Tahran bu yaptırımların baskısı altında 2014 yılında yaptırımların kaldırılması için dava açtı. Washington ile varılan ve Londra, Berlin, Paris, Moskova ve Pekin tarafından da imzalanan bir anlaşmanın ana hatları üzerinde Amerikan ve İsrail rejimleri 2015 baharında anlaşmazlığa düştü. Obama, Tahran’da sözde caydırıcılığını ortadan kaldırmaya istekli bir hükümeti iktidara getirerek yaptırımların işe yaradığında ısrar ederken, Netanyahu teslimiyetin boyutunu sorguladı ve yaptırımların İran’ın iddialarını daha koşulsuz ve geri dönülmez bir şekilde bitirmesine izin verilmesini talep etti – her birinin diğerinin iç siyasetine müdahalesiyle alevlenen anlaşmazlık, Netanyahu’nun Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Kongre’yi Demokrat bir Başkan’a meydan okumaya çağırması, Obama’nın Netanyahu’dan kurtulma arzusunu gizlememesi ve yeniden seçilmesinden yakınması.

Bu ihtilafta, İranlı ortağını alt edecek bir iç karışıklık olmadığı sürece, Amerikan iradesinin galip geleceği kesindir. Likud’un kaygıları, İslam Cumhuriyeti’ni ABD’nin anladığı ve liderlik ettiği şekilde uluslararası toplumla yeniden bütünleştirmek gibi yüksek çıkarlarla boy ölçüşemez. Tel Aviv değişime ayak uyduracak ve bu tartışma da geçecektir. Ancak bu anlaşmazlık iki devlet arasındaki siyasi bağı, aralarındaki özel ilişkinin ekonomik ve askeri temelleri devam etse bile, muhtemelen devam edecek şekilde gevşetmiştir. ABD İsrail’e yılda sadece resmi olarak 3 milyar dolar -gerçekte belki de 4 milyar doların üzerinde- farklı şekillerde yardım sağlamakla kalmıyor, ayrıca sadece kendisine ayrılmış bir dizi kazançlı mali ayrıcalık da sunuyor.dipnot30 2008’den bu yana yasa gereği İsrail’e Orta Doğu’daki mevcut ya da potansiyel tüm diğer güçlere karşı ‘niteliksel askeri üstünlük’ sağlamak zorunda. 2011 sonbaharında Obama’nın Siyasi ve Askeri İşlerden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı, qme’nin hayati önemini ve mevcut rejimin bunu sadece sürdürmekle kalmayıp daha da geliştirme taahhüdünü dile getirdi.dipnot31

8

Savaş alanı garantisi otomatik ve dokunulmazdır. İsrail’in Batı Şeria’da istediğini yapma özgürlüğü ise başka bir konu. Atlantik’in her iki yakasında da statükodan duyulan rahatsızlık artmış olsa da aynı ölçüde değil. Avrupa başkentleri Washington’dakilerden farklı bir dizi kısıtlamayla karşı karşıyadır. AB hükümetleri için ABD ile genel diplomatik dayanışma, sorumlu bir dış politikanın olmazsa olmazıdır ve Avrupa’nın Judeocide’deki suçluluk duygusu İsrail’e ideolojik bağlılığı sağlamaktadır. Ancak Avrupa’da Amerika’dakiyle kıyaslanabilecek siyasi, kültürel ve ekonomik güce sahip bir Yahudi topluluğunun bulunmaması ve çok daha fazla sayıda Arap ve Müslüman kökenli göçmenin varlığı, Yakın Doğu’ya ilişkin değerlendirmeler için Amerika Birleşik Devletleri’ndeki hesaplamalardan farklı bir bağlam oluşturmaktadır.

Avrupa siyaset sınıfında, İsrail’i Amerika’daki kadar ateşli bir şekilde kucaklayan, bu ülkeye AB’nin onursal üyesi muamelesi yapan ve hatta Birliğe doğrudan kabul edilmesi çağrısında bulunanlar bulunabilir. Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Javier Solana Haaretz‘e şunları söyleyebildi ‘Avrupa kıtası dışında İsrail’in Avrupa Birliği ile sahip olduğu türden bir ilişkiye sahip başka bir ülke yoktur. İsrail’in, kurumlarına üye olmadan Avrupa Birliği’nin bir üyesi olduğunu söylememe izin verin. Spd’nin Dış İlişkiler sözcüsüne göre de facto olan de jure olmalıdır: “İsrail’in Avrupa Birliği’ne tam üye olmasını gerçekten diliyorum. Merkez Sol’dan gelen bu tür İspanyol ve Alman sesleri İtalya’da Merkez Sağ’da yankı bulmuş, Berlusconi -o zamanki Başbakan- aynı davayı savunmuştur: “İtalya İsrail’in AB üyeliğini destekleyecektir. Ülkesinin Avrupa projesine aşamalı olarak dahil edilmesini düşünen dönemin Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ise şöyle haykırabiliyordu: ‘Sınır gökyüzüdür. “dipnot32 Bu tür umutlar prensipte yersiz değildir. Brüksel, Türkiye ve Kıbrıs’la ilişkilerinde askeri işgal ve etnik temizliğe göz yummuştur: Batı Şeria ya da Gazze konusunda neden tartışalım ki? Birliğin savunduğu şey insan haklarıdır, eski şikayetler değil.

Ancak AB, İsrail’i Birliğe dahil etseydi kendisine sadık olmaktan vazgeçmeyecek olsa da, bunu yapma şansı yoktur. Ekonomik disiplinin söz konusu olduğu durumlarda kamuoyu bir kenara bırakılabilir: kemer sıkma politikaları oy sandığına gitmez. Filistin ise hem çok daha az önemli hem de çok daha yakıcı olan başka bir mesele. Siyasi sınıfın İsrail’in günlük uygulamalarına karşı göçmenlerin tepkisinden tedirgin olması için nedenler olduğu gibi, yerel seçmenler ve medya da bu uygulamalara karşı giderek daha eleştirel bir tutum takınıyor. Savunma Kalkanı Operasyonu (Batı Şeria 2002), Dökme Kurşun Operasyonu (Gazze 2008-09), Koruyucu Hat Operasyonu (Gazze 2014) halkın hissiyatındaki değişimin aşamaları oldu. Büyük farklarla, endişe ve tiksinti baskın hale geldi. Koruyucu Hat’tan önce bile, 2012’de BBC tarafından yapılan anketler, İsrail’e yönelik olumsuz görüşlerin Fransa’da nüfusun yüzde 65’i, İngiltere’de yüzde 68’i, Almanya’da yüzde 69’u ve İspanya’da yüzde 74’ü tarafından paylaşıldığını gösteriyordu. Koruyucu Hat’tan sonra İngiliz katılımcıların üçte ikisi İsrail’i Gazze’de savaş suçu işlemekten suçlu bulmuştur. Kurumlar düzeyinde bu tür tutumlar çok az yankı bulmaktadır. Hiçbir büyük Avrupa ülkesinde tek bir hükümet bile BM ‘nin Dökme Kurşun raporunu onaylamaya yanaşmadı. Almanya, İtalya, Hollanda, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya ABD ile birlikte raporu reddetme yönünde oy kullanırken; Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, İsveç, Danimarka ve Finlandiya çekimser kaldı. Yine de, yetkililer ve görüşler arasındaki uçurumun sürdürülmesi kolay olmayabilir.

9

Ancak siyasi olarak etkili olabilmek için görüşlerin organize edilmesi gerekir. Burada ikinci bir boşluk ortaya çıkmaktadır. Statükoya karşı yürütülen ve gerçek anlamda etkili olan tek kampanya 2005 yılında Filistin’de başlatılan Boykot ve Yaptırım hareketidir. Güney Afrika örneğinden esinlenen bu hareketin amacı, işgal altındaki toprakları elinde tutmaya ve vatandaşlarına eşit haklar tanımamaya devam ettiği sürece şirketleri, üniversiteleri ve diğer kurumları İsrail’i ekonomik karantina altına almaya zorlamaktır. On yıllık eylemlerin ardından, pratik etkisi sıfıra yakın olmuştur. Bunun nedeni kısmen, malum nedenlerden dolayı -kültürün etik çağrılara sermayeden daha duyarlı olması- en uygun hedeflerinin üniversiteler olması, ancak bunların İsrail ekonomisinde sadece ABD’de büyük yatırımları olması; Avrupa’da ise genellikle devlet tarafından finanse edilmeleri. Amerikalı gençler arasında da İsrail’e karşı hayal kırıklığı artmıştır -30 yaş altı gençlerin yarısından fazlası Gazze’ye yapılan son saldırıyı kınamıştır- ve Amerika’daki bds kampanyacıları kampüslerinde yatırım yapılmaması için cesurca mücadele etmişlerdir. Şimdiye kadar sadece küçük bir New England üniversitesi onlara karşı herhangi bir jest yaptı. Avrupa’da boykot – esas olarak akademik – daha önemli bir talep oldu, ancak tamamen sembolik birkaç kararın ötesine geçemedi.

Ancak şu ana kadar maddi olarak etkisiz olsa da, bds ‘nin arkasındaki bakış açısı İsrail ve Avrupalı koruyucuları tarafından korkuyla karşılanmaktadır. Brüksel, İşgal Altındaki Topraklardan gelen ürünlerin bu şekilde etiketlenmesine ilişkin -doğal olarak ‘bağlayıcı olmayan’- şartlarla arkasını kollamaya çalıştı. Almanya buna karşı çıktı ve henüz bu konuda bir düzenleme yapılmadı. Strasburg ve çeşitli ulusal parlamentolar Abbas’ın hayali otoritesini bir Filistin devleti olarak tanımak için ‘prensipte’ oy kullandılar; sadece İsveç bunu fiilen yaptı. İsrail’in ne olursa olsun savunulması giderek daha zor göründüğünden, AB, Tel Aviv’i iç sıkıntıdan kurtarmak için ABD ‘den daha güçlü bir şekilde Yol Haritası’na devam etmeye çağırdı. Gelenekten bu tür ayrılmalar şimdiye kadar ılımlı ve isteksiz olsa da, Avrupa’da Siyonizme daha az misafirperver bir ruh halinin ortaya çıkmasının tehlikeleri İsrail’de küçümsenmiyor. bds ‘nin Anglosfer’de çok az zaferi olabilir. Ancak İsrail’de korktuğu başına geldi. Knesset 2011’de boykot çağrısı yapanları haksız fiil davası açma ve devlet yardımlarının kesilmesi ile cezalandıran bir yasayı kabul etti. Tasarının çoğunluğu azdı ama arkasındaki endişe daha büyüktü. Ülkenin müesses nizamında şu anda geçerli olan alarm deyimiyle, İsrail yurtdışında meşruiyetini kaybediyor olabilir mi? Bu riske karşı önlemlerin iki katına çıkarılması gerekiyor. Önde gelen bir düşünce kuruluşunun çalışmasının başlığı çok anlamlı: İsrail’in Gayrimeşrulaştırılmasına Karşı Siyasi Bir Güvenlik Duvarı İnşa Etmek.dipnot33

10

Diplomatik açıdan, daha fazla anlaşmazlık potansiyeli açıktır. Likud yönetimde olduğu sürece İsrail geçmişe kıyasla daha az hoş karşılanacaktır. Ancak Batı’nın -özellikle Avrupa’nın, daha az oranda da Amerika’nın- desteğindeki bu düşüşü dengeleyen şey, İsrail’in Orta Doğu’daki konumunun güçlenmesidir. Bunu iki değişiklik şekillendirmiştir. Bir yandan, hızlı ekonomik büyüme İsrail devletinin artık geçmişe kıyasla çok daha fazla kendi kendine yetebildiği anlamına geliyor. 2007’den bu yana Washington’dan gelen askeri olmayan yardımlar aşamalı olarak kesildi. Savunma harcamaları gayrisafi milli hasılanın yüzde 7’si gibi ABD’deki düzeyin çok üzerinde seyrederken bile İsrail, Washington’un ancak gıpta edebileceği bir cari hesap fazlasına sahip. Ekonomik baskılara direnme kapasitesindeki bu artışla birlikte etrafındaki stratejik baskılar da azaldı. Irak’taki Amerikan işgalinin bilançosu ve Arap Baharı’nın sonuçları İsrail’i Altı Gün Savaşı’ndan bu yana hiç olmadığı kadar güçlü bir konumda bıraktı. Mısır’da Sisi diktatörlüğü, Mübarek rejiminden bile daha yakın bir müttefiktir ve Müslüman Kardeşler’e yönelik baskısının bir uzantısı olarak Gazze’yi tamamen kapatmıştır. Ürdün, iç karışıklıklardan etkilenmeyen sadık bir ortak olmaya devam ediyor. Güney Lübnan’da Birleşmiş Milletler askerleri devriye geziyor: Fransız, İtalyan, İspanyol birlikleri Hizbullah’ın saldırılarına karşı bir kalkan oluşturuyor. Suriye’de İsrail’in en uzlaşmaz düşmanı olan Esad rejimi, ABD’nin vekilleri tarafından silahlandırılan ve finanse edilen ayaklanmalarla paramparça olmuş eski halinin bir gölgesi. Daha uzakta, Kuzey Irak’taki ilan edilmemiş Kürt devleti, İsrailli istihbarat ajanlarını, askeri danışmanları ve iş adamlarını ağırlayan samimi bir müttefik. Bölge genelinde Şii ve Sünni güçler arasında süren ve Amerika’nın Soğuk Savaş dönemindeki Çin-Sovyet bölünmesinde olduğu gibi birini diğerine karşı kullanmasına olanak tanıyan çatışma, sadık olanları bölüp dikkatlerini dağıtarak bir zamanlar yeni bir Haçlı devleti olarak damgalanan bu devlete karşı ortak bir cephe oluşturma olasılığını ortadan kaldırıyor. İran uzak bir öcü olarak kalmaya devam ediyor. Ancak bu ortak düşman karşısında Suudi Arabistan ve İsrail giderek daha fazla göz göze geliyor ve uzaktaki düşman Siyonizm’e yakın bir dost daha sunuyor. Orta Doğu sahnesi elbette beklenmedik şekillerde değişebilir. Ancak şu an için İsrail nadiren daha güvende olmuştur.

11

Oslo Anlaşmalarının doğasını başından beri hiç kimse Edward Said kadar net göremedi. Ölümünden önce iki uluslu bir devletten, bir program olarak değil ama düzenleyici bir fikir olarak, kısa vadede ne kadar ütopik görünürse görünsün Filistin’de barış için tek uzun vadeli ihtimal olarak bahsetmeye başladı. O zamandan bu yana geçen on buçuk yıl içinde, aynı öneriyi daha uzun uzadıya ve çok daha ayrıntılı bir şekilde dile getirenlerin sayısı çoğaldı. Savaş arası dönemde Yishuv’da azınlık bir düşünce çizgisi olan ve 1948’de sönen bu görüş, İsrail’de de bazı yankılar uyandırarak Filistinlilerin görüşlerinde önemli bir akım haline geldi. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yerleşimlerin genişletilmesi, Ayrım Duvarı’nın inşası, Gazze’nin izolasyonu, El Fetih ve Hamas arasındaki bölünme, İsrail’deki Arap temsilinin yararsızlığı, zayıf da olsa Yol Haritası’nın güvenilirliğini ortadan kaldırdı. İkinci İntifada’dan birkaç ay sonra, bir Filistinlinin tek devletli çözüme yönelik ilk keskin argümanı Aralık 2001’in başlarında, Lama Abu-Odeh’in Boston Review‘da yayınlanan bir makalesinde ortaya çıktı. Bu makaleyi 2002 yazında Ghada Karmi’nin Lübnan’da yayınlanan Al-Adab dergisindeki güçlü ve daha politik bir makalesi izledi. Üç yıl sonra, Amerikalı akademisyen Virginia Tilley’in İsrail’den gelen solcu bir eleştirmene etkili bir cevap niteliğindeki The One-State Solution (Tek Devletli Çözüm ) adlı çalışmasıyla ilk kitap uzunluğundaki savunma geldi.dipnot34

Bundan sonra bentler açıldı. 2006’da Filistin asıllı Amerikalı Ali Abunimah’ın Tek Ülke‘si çıktı; üslup ve ilham açısından Said’in kendi eserine en yakın kitaptı. 2007’de Joel Kovel, Siyonizmin Üstesinden Gelmek’te Yahudi milliyetçiliğinin geleneklerine sert bir saldırı yayınladı: İsrail/Filistin’de Tek Bir Demokratik Devlet Yaratmak. 2008 yılında Said’in yeğeni Saree Makdisi, İşgal Altındaki Topraklar’ın durumuna ilişkin en iyi belgelenmiş ve en dokunaklı rapor olma özelliğini koruyan Palestine Inside Out‘u yayınladı. 2012 yılında İsrailliler tarafından yazılan iki çalışma ve İsrailli ve Filistinli yazarların katkıda bulunduğu üçüncü bir çalışma birkaç ay arayla yayınlandı: Ariella Azoulay ve Adi Ophir tarafından yazılan The One-State Condition, Yehouda Shenhav tarafından yazılan Beyond the Two-State Solution ve After Zionism: Anthony Loewenstein ve Ahmed Moor tarafından derlenen İsrail ve Filistin için Tek Devlet. 2013 yılında Rashid Khalidi’nin Brokers of Deceit adlı kitabı Filistin Yönetimi’nin kendini feshetmesi ve tek bir devlette tam demokratik haklar için mücadeleye geçilmesi çağrısında bulunurken, Hani Faris’in editörlüğünü yaptığı The Failure of the Two-State Solution (İki Devletli Çözümün Başarısızlığı) adlı kitap, yirmi kadar katılımcının tek devlet gündemi üzerine bugüne kadarki en kapsamlı düşünce ve önerilerini bir araya getirmiştir. Bu literatüre hem İsrail hem de Filistin tarafından karşı çıkışlar gelmekte gecikmedi. Benny Morris 2009’da Tek Devlet, İki Devlet; Hüseyin İbiş Tek Devlet Gündeminin Nesi Yanlış?; 2012’de Asher Susser İsrail, Ürdün ve Filistin: The Two-State Imperative; 2014’te bir grup İsrailli ve Filistinli, İsveç’in rehberliğinde One Land, Two States (Tek Toprak, İki Devlet) adlı kitapta işbirliği yaptı. Olmert’in kendisinin de Vaat Edilmiş Topraklar’da tek devlet tartışmalarının artmasının İsrail için tehlikeleri konusunda uyarıda bulunabileceği yeni bir entelektüel manzara ortaya çıkmaya başladı.

Böyle bir devlet için öngörülen biçimler, herkes için eşit medeni ve siyasi haklara sahip üniter bir demokrasiden, Belçika çizgisinde iki uluslu bir federasyona ve etnik kantonlardan oluşan bir konfederasyona kadar, bunu öneren literatürde çeşitlilik göstermektedir. Ancak ortaya koydukları genel durum bir dizi ortak gözlem ve argümana dayanıyor. Doğu Kudüs bir yana, Batı Şeria’da Yahudi lojistik ağı ve Yahudi yerleşimlerinin düzeni geri döndürülemeyecek kadar derine batmış durumda: İsrail’in genişlemesi Siyon’un içinde ikinci bir devlet olasılığını fiilen yok etmiştir. Oslo’dan bu yana Filistinlilere sunulan ikinci devlet, eğer şekillenecek olsaydı, coğrafi bitişiklikten, ekonomik uygulanabilirlikten ya da gerçek siyasi egemenliğin temellerinden yoksun, sadece birincinin bir bağımlılığı olabilirdi: bağımsız bir yapı değil, İsrail’in bir müştemilatı. Ancak bunun teslimi bile sürekli ertelendiğine göre, zalime haddini bildirmek ve en azından ikisi arasında demografik eşitliğin olacağı tek bir devlet talep etmek daha iyi olacaktır. Altında mücadele edilecek siyasi bir bayrak olarak medeni haklar-iddiaya göre- ulusal kurtuluştan daha güçlü bir uluslararası çekiciliğe sahiptir. Eğer İsrail etnik saldırıya karşı zaptedilemezse, demokratik baskıya karşı savunmasızdır.

12

Eğer “iki devlet kavramı esasen bir parolaysa” -Joel Kovel’in tanımıyla- “sürekli küçülen bir toprak parçası üzerinde az ya da çok önemsiz bir “diğer devlet” ile birlikte Yahudi devletinin sürekli olarak büyütülmesi” ise,dipnot35 bugüne kadar taslağı çizilen tek devletli çözüm fikri için ne söylenebilir? Filistinlilerle dayanışmasının gücü ve iki devletli çözümün gerçekte ne anlama geldiğine dair vizyonunun netliği, Siyonist devlete karşı iki uluslu ve uluslararası muhalefetin büyümesinde kritik bir ilerlemeye işaret ediyor. Etkisinin en iyi ölçütü, buna verilen resmi tepkidir. On yılı aşkın bir süre önce, Filistin Yönetimi’nin bir yetkilisinin bu konuya taktiksel de olsa ilgi gösterdiğine dair ilk ipucunda Dışişleri Bakanı Powell, ABD ‘nin iki devletli çözüme giden yol haritasının ‘şehirdeki tek oyun’ olduğunu açıkladı.dipnot36 İsrail’in ilk alay konusu ‘ayda bir Filistin devleti de kurulabilirdi’ şeklindeydi. Ancak çok geçmeden Olmert, Filistinlilerin ‘Cezayir paradigmasından Güney Afrika paradigmasına, kendi deyimleriyle ‘işgale’ karşı mücadeleden tek adam tek oy mücadelesine’ geçebilecekleri korkusunu dile getirmeye başladı. Bu elbette çok daha temiz bir mücadele, çok daha popüler bir mücadele ve nihayetinde çok daha güçlü bir mücadele olacaktır. Yurttaşlarına Filistin Yönetimi ile mümkün olan en kısa sürede bir anlaşma yapmaları çağrısında bulundu: “Eğer iki devletli çözümün çökeceği gün gelir ve eşit oy hakkı için Güney Afrika tarzı bir mücadeleyle karşı karşıya kalırsak, bu gerçekleştiği anda İsrail Devleti’nin işi biter. “dipnot37 Bir tarafın uyarısı da diğer tarafın iması kadar taktikseldi, her biri kendi iç pozisyonunu güçlendirmek istiyordu. Ancak tek devletli bir çözümün Siyonizm’in ve Batı Şeria’daki varlığının sonu anlamına geleceği her iki taraf için de açıktı.

Ne var ki, ne Yahudilerin ne de Filistinlilerin bu konuda en ufak bir istekleri olmadığı için, bunun uygulanabilirliğinin sıfır olduğu konusunda hemfikirler: her birinin kendi devletlerine ve kendi inançlarına olan tutkulu bağlılıkları, tek bir siyasi yapıda birleşmelerinin önünde aşılmaz bir engeldir. Bu argümandaki gerçekçilik unsuru şüphe götürmez. Ancak bu engel varsayıldığından daha az simetriktir. Elbette her iki tarafın siyasi kurumları için de bu engel mutlaktır: bir intihar anlaşması yapmayacaklardır. Aynı şey İsrail’in kaleleri olduğu Yahudi toplumunun ezici çoğunluğu için de geçerlidir. Ancak bu durum, İsrail’e entegre olmak için ayrı bir devlet umudundan vazgeçmenin statükoda süresiz boğulmaya tercih edilebileceği Filistinli kitleler için her zaman geçerli değildir. Filistin Yönetimi’nin basın özgürlüğünde diğer Arap hükümetlerinden iki kez daha alt sıralarda yer aldığı Abbas döneminde -Said’in eserleri Arafat tarafından yasaklanmıştı- sansür ve sindirme, kamuoyunun güvenilir bir şekilde değerlendirilmesini zorlaştırıyor. Ancak sivil toplumun henüz tamamen baskı altına alınmadığı ya da ezilmediği, üniversitelerin de dize getirilmediği açık görünüyor; ve bunların içinden süzülenler, FKÖ’nün resmi hedeflerine karşı artan hayal kırıklığının işaretleri.dipnot38

O halde, tek devletli çözümün kitap uzunluğundaki reddiyesinde ilk sırayı, ondan korkmak için en acil nedene sahip olan tarafın, yani ABD’deki paravan örgütü American Task Force on Palestine’in 2006 başlarında Hüseyin İbiş’in reddiyesini ‘sunmaktan gurur duyduğu’ Batı Şeria’daki El Fetih rejiminin alması şaşırtıcı değildir.dipnot39 İbiş, tek bir devlet lehine olan argümanları ardı ardına sıralayıp reddettikten sonra -doğal olarak, bu argümanları ortaya atan Filistin Yönetimi’nin polis rejimine duyulan tiksintiden hiç bahsetmeden- gerçekte neyin gerekli olduğunu açıkladı: “En önemlisi, Filistin toplumunda kanun ve düzeni sağlamak, uluslararası ve İsrail’in güvenlikle ilgili beklentilerini karşılamak ve milis gruplarının, özel orduların ve geçici militanların yükselişini önlemek için Filistinlilerin sağlam, profesyonel ve bağımsız bir güvenlik hizmetine ihtiyacı vardır. “dipnot40 İsrail tarafında Asher Susser, Ibish’in ‘değerli çalışmasını’ devam ettirerek, Güney Afrika’da bile çok önemli olmayan bds’nin bugünün küreselleşmiş dünyasında ciddi bir etkisi olabileceği fikrini reddetmek için acı çekiyordu. Ancak her ne kadar gerçekçi olmasa da, ‘tek devlet fikri İsrail’e ve Siyonist projeye karşı siyasi savaşın seçkin bir aracı haline gelmiştir. İsrail’in rızasını değil, İsrail’in tamamen gayrimeşrulaştırılmasının doğal sonucu olarak uluslararası toplumun zorlamasıyla gerçekleşecek kolektif teslimiyeti hedeflemektedir. Bu haliyle, ‘hem İsrail’in hem de iki devletli çözümün meşruiyetini tartışmasız bir şekilde aşındırmış’ ve ‘İsrail’in bir zamanlar apartheid Güney Afrika için ayrılmış olan parya statüsüne benzer bir şekilde kademeli olarak tecrit edilmesinde etkili bir rol oynamıştır’.dipnot41 İsrailliler bunun aşındırıcı etkilerini görmezden gelmekle kendilerini tehlikeye atmaktadırlar.

Ancak bu risk, Clinton tarafından ana hatları çizilen ve Taba’da kıl payı kaçırılan ‘hepimiz çözümün neye benzediğini biliyoruz’ gerçeğinin basitçe tekrarlanmasıyla en iyi şekilde bertaraf edilebilir mi? 2014 yılına gelindiğinde, ‘birçoğu kendi taraflarındaki liderlerle yakın bağları olan bir grup seçkin İsrailli ve Filistinli akademisyen ve uzman’, barış sürecinin ve ‘Oslo müzakerelerinin hem öncesinde hem de sonrasında son derece gizli kanallarının’ emektarları, Yol Haritası’nın meyve vermemesi durumunda daha yaratıcı bir şeylerin gerekli olduğunu düşünmeye başlamıştı.dipnot42 İki devletli çözüme olan inancı yeniden canlandırmak için, çözümün alternatif bir uygulaması öngörülebilirdi: toprakların bölünmesi değil, aynı alanda faaliyet gösteren ve her biri kendi egemenliğine sahip paralel İsrail ve Filistin devletleri ile işlevlerin ikiye bölünmesi. Tek Toprak, İki Devlet, Siyonistlerin nefretini daha iyi karşılayabilmek için şimdiye kadarki tüm tek devlet önerilerinden çok daha ayrıntılı ve karmaşık bir planın (İsveçli yardımcılar kurumsal ayrıntıları dolduruyor) ana hatlarını çiziyor. ‘Paralel Devlet Projesi’, İsrail’i Filistinlilerin gölgesiyle birlikte sağlam bir şekilde muhafaza ederek, gayrimeşrulaştırma tehlikelerine karşı çitle çevirmektedir. Paralel olmak elbette eşit olmak demek değildir. Bir katkıya göre, böyle bir çözümle ilgili derinlerde yatan korkuları gidermenin en iyi yolu ‘açık bir güç asimetrisini korumaktır’. Sadece güvenlik meselelerini ele alırsak, ‘olası tüm konfigürasyonlarda İsrail tarafı bir miktar askeri avantaj sağlamakta ısrar edecektir. “dipnot43

13

Obama yönetiminin ısrarla üzerinde durduğu iki devletli çözüm, İsrail’deki revizyonist kampta hiçbir zaman diplomatik mücbir sebeplere karşı taktiksel bir taviz olarak gönülsüz bir sözde hizmetten öteye gitmedi. Gazze’nin tahliyesinin bir sonucu da, Gazze’yi tamamen ortadan kaldırmayı düşünen cesur ruhları serbest bırakması oldu. Jerusalem Post ‘un genel yayın yönetmen yardımcısı ve idf’de öğretim görevlisi olan Caroline Glick 2014 yılında The Israeli Solution (İsrail Çözümü) adlı kitabını yayınladı: Ortadoğu’da Barış için Tek Devlet Planı adlı kitabında Yahudiye ve Samiriye’nin doğrudan ilhak edilmesini ve Doğu Kudüs gibi İsrail’in ayrılmaz bir parçası haline getirilerek çağdaş Siyonizm’in doğal sınırlarının tamamlanmasını önerdi. Bunun İsrail’deki Yahudi hakimiyetini tehdit edeceği korkusu, Batı Şeria ajansları tarafından üretilen Arap nüfusuna ilişkin şişirilmiş istatistiklere dayanılarak temelsizdi. Arap devletlerinin yardım edecek durumda olmadığı Filistin Yönetimi’nin kapatılması, ABD’nin üzerinden ekonomik bir yükü kaldıracak ve değişimi memnuniyetle karşılamasına neden olacaktı. Tek gerçek zorluk Avrupa’nın tepkisi olacaktır. Ancak AB yaptırımları, gerçekleşmeleri halinde, dünyanın sonu olmayacaktır: İsrail zaten ticaret ortaklarını çeşitlendiriyordu ve ekonomik gelecek, büyük güçleri Ramallah’ı dert etmeden İsrail altyapısına yatırım yapan ve İsrail silahları satın alan Asya’da yatıyordu.dipnot44

Daha temkinli ruhlar için bu çok iyimser bir senaryodur ve ülkenin önde gelen demografik otoritesi Sergio DellaPergola’nın çalışmalarında hiçbir destek bulmayan Batı Şeria’nın emilmesinden sonra Yahudilerin İsrail nüfusunun üçte ikisini oluşturacağı yönündeki amatör tahminlere dayanmaktadır.dipnot45 İsrail’in karşı karşıya olduğu ikilemlere daha sert bir bakış açısı, Filistin’in 1947-48’de Arap nüfusunun yüzde 80’inin kaçırılarak boşaltıldığına dair resmi mitolojinin yıkılmasına öncülük eden ve yüzyılın başında Siyonist ana akıma katılmadan ve ülkedeki en aşırı güvenlik şahinlerinden biri olmadan önce, on yıldan uzun bir süre boyunca İsrail’in inşasının eleştirel bir şekilde yeniden incelenmesinde merkezi bir figür olan seçkin tarihçi Benny Morris’ten geliyor.dipnot46 Morris, ikinci evresinde Arap karşıtı çok kaba duyguları dile getirmiştir. Ancak politikaları değişse de, bir zamanlar pek çok vatansever tabuyu yıkmasına izin veren tarihsel zekası onu terk etmedi. Şimdi, bir zamanlar kendisine hakaret eden bir davanın hizmetinde, maça maça deme konusundaki soğukkanlı yeteneği devam ediyor.

Morris’in Tek Devlet, İki Devlet adlı kitabı, iki toplumdaki bu fikirlerin her birine tarihsel bir bakış sunmaktadır. Hiçbir önemli Arap görüşü Filistin için iki uluslu bir çözümü kabul etmemiştir. Şu anda ülkede laik, demokratik bir devletten söz edilmesi, sayısal üstünlük sayesinde ülkenin tamamına sahip olma amacının örtbas edilmesinden başka bir şey değildir. Buna karşın Yahudi tarafında, Yishuv’da Filistin’de iki uluslu bir devleti savunan küçük azınlıklar, bağımsızlığa kadar uzanan birkaç münferit ses vardı. Ancak bunların siyasi bir önemi yoktu. Ana akım Siyonizm en başından beri tek etnikli bir Yahudi devleti peşindeydi; başlangıçta Ürdün’den Akdeniz’e ve güney Lübnan’a kadar uzanıyordu, daha sonra Filistin’deki İngiliz mandasına kadar küçültüldü. Liderleri, hedeflerinin Arapların sürülmesini gerektirdiğini biliyordu ve ‘transfer’ -etnik temizlik- konusunda hiçbir çekinceleri yoktu. Ancak İngilizleri Filistin’in tamamını kendilerine teslim etmeye ikna edemeyecekleri için, Peel Komisyonu’nun bölünme önerisini, Ben-Gurion’un deyimiyle, Yahudi gücünü tüm topraklara yayacak bir Piyemonte elde etmek için taktik bir adım olarak kabul ettiler.dipnot47 1947-48 savaşı Siyonizme fırsat verdi ve ülkenin büyük bölümünü Arap nüfusundan temizledi. Ancak zafer anında Ben-Gurion’un cesareti kırıldı: Batı Şeria’yı da ilhak edip temizlemek yerine, İsrail’in içinde bir cep olarak kalmasına izin verme hatasını yaptı ve burayı temizleme şansı kaçırıldıktan sonra -ancak başka bir büyük savaş durumunda tekrar gelebilirdi- çoğu Yahudi, sonunda burada bir tür Filistin devletinin kurulabileceğini kabul etmeye başladı.dipnot48

Bu tarihin yirmi birinci yüzyılda iki uluslu bir devletin kurulmasıyla ortadan kaldırılabileceği fikri tamamen hayaldi. Dini çatışma tek başına böyle bir şeyi engelliyordu. Tek devletli çözüm boş bir hayaldi. Masada sadece iki devletli bir çözüm vardı. Ama bu bile ne kadar gerçekçiydi? “İsrail/Filistin topraklarının şekli ve küçüklüğü – doğudan batıya yaklaşık elli mil – iki devlete bölünmesini pratik bir kabus haline getiriyor ve neredeyse düşünülemez kılıyor. Sadece bu da değil. ‘Tarihi manda altındaki Filistin’in önerildiği gibi, Yahudilere yüzde 79 ve Filistinli Araplara yüzde 21 olarak bölünmesi, Arapları, tüm Arapları derin bir adaletsizlik, hakaret ve aşağılanma duygusu ve Gazze Şeridi ve Batı Şeria’dan oluşan bir devletin siyasi ve ekonomik olarak uygulanabilir olmadığına dair meşru bir algı ile baş başa bırakamaz. O halde Filistinliler neden tıpkı Siyonistlerin yaptığı gibi, kendilerine verileni sadece istedikleri şey için bir yol olarak kabul ederek ilerlemesinlerdi? ‘Nesnel ekonomik, demografik ve siyasi faktörlerin yönlendirdiği böyle bir devlet kaçınılmaz olarak daha fazla toprak isteyecek ve İsrail’in zararına genişlemeye çalışacaktı.dipnot49 İki devletli çözümün mantığı bu nedenle kasvetliydi: sürekli kargaşa için bir reçeteydi. Ancak bu genişleme Ürdün’e yönlendirilebilirse, ikinci bir devletin kurulmasının İsrail için güvenli bir sonucu olabileceğine dair bir umut vardı, ancak bu zayıf bir umuttu ve Haşimi monarşisi tarafından kesinlikle silahla karşı konulacaktı.

14

Böyle bir dinamiğe karşı önlemler elbette İsrail’in iki devletli çözüm anlayışında yer almaktadır. Teklif edilen Filistin varlığı, 1967’den önce İsrail tarafından işgal edilmiş olan topraklarda, o zaman olduğu gibi bağımsız bir devlet değildir. Gazze, bırakın Doğu Kudüs’ü, Batı Şeria’daki yerleşimlerin bile neden önemli ölçüde geri çekilmeyeceğini göstermektedir. Gazze’den 8,000 yerleşimcinin İsrail’e taşınması Yahudi devletine GSMH’sinin %2’sine mal olmuştur.dipnot50 Batı Şeria’da yerleşik 350,000 yerleşimcinin benzer bir şekilde uzaklaştırılması GSMH’nin %80’ini, Doğu Kudüs’te ise %120’sini tüketecektir. Herhangi bir ikinci devlette, kalmak için oradadırlar. Gazze aynı zamanda, İdf garnizonları ve kontrol noktaları olmasa bile, Batı Şeria’nın ne hale geleceği konusunda Yahudi kontrolünün matrisinin bir öngörüsünü sunuyor. Asher Susser, tek devletli çözüm fikrini reddettikten sonra, savunduğu iki devletli çözümün her zaman neleri gerektirdiğini ortaya koyarken lafı dolandırmıyor: ‘İsraillilerin onaylamaya istekli olduğu Filistin devleti hiçbir zaman uluslar ailesinin tam egemen ve bağımsız bir üyesi olmadı, ancak hava sahası ve muhtemelen sınırları da İsrail’in kontrolünde olan ve bir miktar İsrail ve/veya yabancı askeri varlığın da bulunduğu hadım edilmiş, askerden arındırılmış ve denetlenen bir varlıktı.’dipnot51 Alt başlığının zorunluluğu budur. İki devletliler arasında Susser bir güvercindir.

Bu çizgideki bir Filistin Yönetimi’nin, büyükelçiliklerin teçhizatıyla donatılıp Filistin Devleti olarak yeniden adlandırıldığında, birkaç Bantustan’dan biraz daha fazlası olacağı uzun zamandır aşikârdı; tek devletli çözümlerin savunulmasının yaygınlaşmasının başlıca nedeni de budur. İsrail, Güney Afrika’nın bu devletçikleri icat etmesine erken bir dönemde ilgi duydu -Bophuthatswana’nın dünyada diplomatik misyonunun olduğu tek ülkeydi- ve kapalı kapılar ardında onların örneği o zamandan beri resmi düşünceyi şekillendirdi. Abunimah anlamlı bir pasajda, apartheid rejimi Transkei’yi tanıyıp oraya taşınması karşılığında kendisini serbest bırakmayı teklif ettiğinde “Bantustanlara meşruiyet kazandırmaktansa hapiste kalmayı tercih eden Mandela’nın cesareti ve ilkesi” ile “Yaser Arafat’ın Akdeniz kıyısındaki bir Transkei’nin teneke bir hükümdarı olarak İsrail’in koşullarını kabul etme yönündeki umutsuz, aptalca ve kendine hizmet eden kararını” karşılaştırmaktadır.dipnot52 Ancak İsrail’in bir Filistin himayesine yönelik tasarımlarındaki patlayıcı çelişki tam da burada yatmaktadır. Herhangi bir gerçek egemenliğe karşı sigorta sistemi ne kadar sıkı olursa, kuracağı rejimin inandırıcılığı o kadar azalacak ve halkın buna karşı ayaklanması o kadar muhtemel olacaktır. İşbirlikçi bir elitin evcilleştirilmesi, aşağılanmış bir öfkenin alevlenmesi riskini taşır. Güvenlik önlemleri bumeranga dönüşebilir. İkinci bir devlet kurulurken alınan önlemler ne kadar güçlü olursa, ona karşı isyan kışkırtmaları da o kadar büyük olur.

Tek devletli bir çözüm bu diyalektiğe tabi olmayacaktır. Ancak şu ana kadar ortaya konan önerilerde çok az değinilen kendi gizli kayalıkları vardır. Sadece 1967’deki işgallerin değil, ülkenin 1948’deki bölünmüşlüğünün de üstesinden gelmeyi hedefliyor. Ancak ürettiği literatürün çoğu bu bölünme gerçeğinden değil sonuçlarından kaçınmaktadır: fatih tarafından ele geçirilen yağmanın büyüklüğü ve fethin yarattığı sürgünün boyutu.dipnot53 1947’de Yahudiler bugünkü İsrail topraklarının yüzde 8’ine sahipti. Şimdi ise yüzde 93’ünü kontrol ediyorlar – Araplar ise yüzde 3.5.dipnot54 İki bağımsız tahmin, Siyonist devletin Filistin halkından gasp ettiği mülklerin değerini ve buna bağlı kayıpları 2008-09 fiyatlarıyla 300 milyar doların biraz altında hesaplıyor.dipnot55 İşgal Altındaki Topraklar’ın kendi nüfusunun bile neredeyse yarısı kayıtlı mültecidir – BM kayıtlarındaki 5 milyon kişiden 2 milyondan biraz azı. Vatansız sürgünlerin sayısı ise 2,5 milyondur. Kamplarda yaşayan mültecilerin sayısı ise 1.5 milyondur. Tek bir devletin siyasi sistemi içinde bu mülklere ve bu insanlara ne olacak? Eski Manda Yönetimi’nde iki toplum arasındaki çatışmanın temelinde yatan meseleyi parmak ucuyla geçiştirentek-devlet-paralel-devlet-edebiyatı, tazminatların ve geri dönüşün en iyi ihtimalle sembolik olmaktan öteye gidemeyeceğini zımnen kabul ettiğini gösteriyor. Bunu yaparken, Filistinliler ve Yahudiler arasındaki, taraflardan birinin diğerini acımasızca mülksüzleştirmesi üzerine kurulu sarsıcı eşitsizliğin, iki devlet arasındaki sınır boyunca silah zoruyla uzak tutulan; tek bir devletin sokaklarına ve şehirlerine musallat olan, her zenginlik ve ayrıcalık anıtı ilk hırsızlığın günlük bir hatırlatıcısı olan sürekli ve yakıcı bir öfke kaynağı olmayacağı ihtimaline karşı körlükte iki devletli çözüme katılıyor. Morris’in avantajı bu olasılığı görebilmesinde ve ifade edebilmesinde yatıyor.

15

Olasılıksızlık kesinlik değildir. Eski idf Genelkurmay Başkanı ve Koruyucu Hat’tan sorumlu Savunma Bakanı General Moshe Ya’alon’a atfedilen söz uydurmadır (daha kışkırtıcı birçok gerçek açıklama yapmıştır), ancak yayılması, her tarafta, Revizyonist’te söylenen, İşçi İsrailli kuruluşta söylenmeyen bahsin böyle olduğu hissini ifade eder: ‘Filistinlilerin, bilinçlerinin en derin girintilerinde yenilmiş bir halk olduklarını anlamaları sağlanmalıdır. Yetmiş yıllık sürgün ve işgal uzun bir süredir. Bir yirmi ya da otuz yıl daha geçse, kesin bir yorgunluk ve yılgınlık ortaya çıkmaz mı? Kanıtlar muğlak. Lübnan’a yapılan saldırı ve ilk İntifada’nın yenilgiye uğratılması Oslo’da Plo ‘yu dize getirdi. İkinci İntifada’nın ezilmesi Abbas ve Fayyad’ı ortaya çıkardı. Dökme Kurşun Hamas’ı Yeşil Hatta döndürdü. Her seferinde darbe direnişin iddialarını azalttı. Ama her seferinde aynı zamanda onu yerinden etti. Plo Lübnan’da devre dışı kaldığında, Batı Şeria’da kontrolü dışında bir isyan patlak verdi. Filistin Yönetimi’nin iktidarsızlığı ortaya çıktığında, Batı Şeria’da ikinci ve daha radikal bir isyan patlak verdi. Abbas koltuğundan indirilince Hamas seçim zaferine ulaştı. Hamas’ın Gazze’de geçici olarak iktidara gelmesiyle İslami Cihad güç kazandı. Doğu Kudüs bir sonraki parlama noktası olabilir.dipnot56 Yer değiştirmelerin kümülatif etkisi net direniş kapasitesini düşürerek sona erdi mi? Bunu söylemek için henüz çok erken. Ancak baskı ve yeniden canlanma döngüsünün sona ermiş olması pek olası değil.

Elbette bu korku, İsrail siyasi sınıfını Clinton çizgisinde iki devletli bir çözümü kabul etmeye ikna etmeye yönelik Batılı girişimlerin arkasındaki itici güçtür. Bunlar, Siyonizm’in İşçi Partisi kampında her zaman bir karşılık bulmuştur – önce İngiliz sonra Amerikan emperyal gerekliliklerine daha bağımsız fikirli Revizyonist gelenekten daha fazla boyun eğmiştir – ve bunun gerçekleşmesi için Likud koalisyonunda ikincil bir ortaktan daha fazlası olarak göreve dönmesi gerekmektedir. ABD ve AB, iki devletli çözüme o kadar açık bir şekilde bağlandılar ki, ikisinin de onları geri çekmesi zor olacaktır ve bu anlamda Clinton-eksi’nin bir versiyonu en olası yakın sonuç olmaya devam etmektedir. Ancak Orta Doğu İslam içindeki mezhep çatışmalarının savaş alanı olmaya devam ettiği sürece, Batı’nın bu yönde hareket etmesi için acil bir durum yok. ABD ‘nin Tel Aviv’de kozu var, ancak erteleyerek çok az risk alıyor.dipnot57 AB ‘nin biraz huzursuzluk riski var, ancak çok az kozu var. İşgal Altındaki Topraklar şimdilik Batı’nın hafıza limbolarında Batı Sahra ya da Kuzey Kıbrıs’a katılabilir.

16

Bütün bunlar Filistin’in kurtuluş mücadelesini nereye götürüyor? Böylesine yıkıcı bir liderlikten muzdarip başka bir ulusal hareket düşünmek zordur. İngiliz emperyalizmi, bastırılması için savaşlar arasındaki diğer tüm sömürge isyanlarından daha fazla asker gerektiren 1936-37’deki büyük Filistin ayaklanmasını kırdıktan sonra, Yishuv, kötü yönetilen ve yetersiz donanımlı Arap ordularının dengeleyecek durumda olmadığı Manda’da kolay bir üstünlüğün mirasını topladı. Nakba o kadar hızlı ve yıkıcı oldu ki, ondan sonra on yıldan fazla bir süre hiçbir Filistin siyasi örgütü var olmadı. On altı yıl sonra ortaya çıkan Plo ‘nun kendisi de ulusal bir girişimden ziyade Arap Birliği tarafından bir araya getirilen Mısır diplomasisinin bir kurgusuydu. Nesnel olarak bakıldığında, tutarlı bir stratejiye sahip güçlü bir hareket inşa etmenin koşulları başlangıçtan itibaren son derece zordu. Ancak El Fetih’in ve Arafat’ın liderliğinin yanılgıları ve beceriksizliği bu zorlukları daha da arttıracaktı. Çeyrek yüzyıl boyunca, Plo ‘nun resmi amacı silah zoruyla tüm Manda topraklarını geri almak ve Siyonizm’e son vermekti, oysa bunu başarmanın en ufak bir ihtimalinin bile olmadığı -Amerikan korumasının tek başına bunu imkansız kıldığı- çok açıktı. Bu nihayet El Fetih’in kafasına dank ettiğinde ve Filistin Ulusal Konseyi iki devlet ilkesini kabul ettiğinde, fantezi maksimalizmi alabora olarak rezil bir minimalizme dönüştü ve Arafat, daha düne kadar tamamına sahip olduğu ülkenin beşte biri için umut beslemeyi kabul ettiği için Nobel Ödülü aldı; üstelik bu sadece muğlak bir vaat olarak, yüzde 3’lük bir peşinat ve Başkanlık unvanı karşılığında. O zamandan beri, Oslo’da teklif edilen solmuş kütük bile yontuldu.dipnot58

Toprağın tamamını talep etmek ve bir kalıntısına razı olmak yerine, talep her zaman toprağın iki halk arasında adil bir şekilde paylaştırılması olmalıydı. ABD ‘nin BM’de rüşvet ve şantajla kabul ettirdiği hileli bir soruşturmanın ürünü olan 1947 Bölünme Planı, başından beri bunun bir karikatürüydü: Nüfusun yüzde 32’sini oluşturan Yahudilere toprakların yüzde 55’i ve kıyı şeridinin yüzde 80’i verilirken, nüfusun yüzde 68’ini oluşturan Araplara toprakların yüzde 45’i tahsis edildi. Bir yıl sonra İsrail toprakların yüzde 78’ini ele geçirdi ve buna 1967’de Kudüs’ün geri kalanını da ekledi.dipnot59 O zamandan bu yana iki toplum arasındaki oranlar dalgalandı, ancak yoğun Yahudi göçü ve yüksek Filistinli doğum oranlarıyla bugün bulundukları kabaca eşitlikle sonuçlandı – Yahudiler azalan bir farkla Filistinlilerin önündeydi, Filistinliler yakında onları geçecekti. Plo mücadelesini toprak ve demografi arasındaki orantısızlığın temelindeki büyüklüğe dayandırsaydı ve karşılaştırılabilir kaynakların eşitliği için uluslararası kampanya yürütseydi, Siyonist devleti savunmaya çekerdi. Böyle bir yağma nasıl haklı gösterilebilirdi? Bugün bunun için artık çok geç. Bunun yerine, son derece aydın İsraillilerin bile İsrail’in ülkenin beşte dördüne el koymasının meşruiyetini hiçbir zaman sorgulamadıklarını ve birkaç düzeltmeyle Clinton’ın Filistinlilere sunduğu paranın oldukça iyi bir anlaşma olduğunu düşündüklerini dünyaya bildirdikleri bir manzarayla karşı karşıyayız – Ramallah’tan aksi yönde neredeyse hiç mırıltı gelmiyor.

17

Bu tabloda, tek devlet talebi şu anda Filistinlilerin elindeki en iyi seçenektir. Hem Siyonist hem de Scurrier sözcüleri tarafından bu kadar şiddetle reddedilmesi bunun yeterli kanıtıdır. Tazminat ve geri dönüş meselelerinden kaçtığı sürece, bir programdan ziyade bir fikir olarak kalacaktır; bu meseleler, maddi tazminat yerine sembolik jestlerle geçiştirilerek ya da mültecileri ailelerinin geldiği yere gitmelerine izin vermek yerine Oslo’nun çekincelerine atarak çözülemeyecektir.dipnot60 Ancak elbette her şeyden önce, tek devletli bir gündemin gerektirdiği şey, geleceğin bir demokrasi mücadelesi olarak yeniden inşasına şekil veren örgütlü bir harekettir. Tanım gereği, İsrail kontrolü altındaki Filistin nüfusunun şu anda birbirinden kopuk olan üç kesimini de kapsamalıdır – diasporadan bahsetmiyorum bile. Şu anda böyle bir şey düşünülemez. Ancak şunu sormak mantıklı: Prensipte bu neleri içerir? Batı Şeria’da Khalidi-başkaları tarafından da yankılandı- İsrail’in Batı Şeria’nın bazı bölgelerinin polisliğini taşeron olarak üstlendiği Filistin Yönetimi’nin kendi kendini feshetmesi çağrısında bulundu.dipnot61 Bunun gerçekleşmesi için üçüncü bir İntifada’ya, baskıcı El Fetih rejimine karşı, daha az enfekte olmuş kadrolarını ona karşı toplayan bir halk ayaklanmasına ihtiyaç olacaktır. Gazze’de dürüstlük ve disiplin, ezilenlerin herhangi bir hareketi için kritik değerlerdir; ancak Mısır’daki ana örgütünün kaderi Hamas’a dini demokrasinin önüne koymanın, en azından inananların kendileri için maliyetini öğretti mi? Son olarak, İsrail’de Filistin toplumu, dışlanmış Arap partilerinin sadece kendilerini yok sayan bir sistemi meşrulaştırdığı Knesset’teki iktidarsız temsilden hiçbir şey kazanmıyor. En etkili siyasi boykot buradan başlayarak, Knesset’i kendi Arap seçimlerine dayanan Aventine meclisi için terk ederek, Siyonist yapının her zaman demokratik eşitlikten ne kadar uzak olduğunu dünyaya ve İsraillilerin kendilerine göstermek ve İşgal Altındaki Topraklara özgür tartışma ve temsilin olumlu bir örneğini sunmak olacaktır.dipnot62

Eğer üniter bir Filistin demokrasi hareketi gelecekte herhangi bir noktada tek bir devletin koşulu olacaksa, bunun önündeki engeller açıktır ve şu anda aşılamaz durumdadır. Bu engeller sadece Ramallah’taki jandarma ve işkencecilerin, Gazze’deki yobazların, Kudüs’teki plasmancıların direnişini ve Batı ile İsrail’in düşmanlığını içermiyor. Çünkü geçmişte olduğu gibi bugün de Arap coğrafyasını çevreleyen feodal otokrasi ve askeri tiranlık, müşteri rejimler ve rantçı devletlerden oluşan boğucu evrenine son verecek devrimci bir dönüşüm olmadan, din savaşları artık kesişiyor ama değiştirmiyor, Filistin’de özgürleşme şansı çok az. Bunun iki nedeni var. Önde gelen Arap ülkelerinde daha demokratik siyasi yapılara yönelik herhangi bir çerçeve ya da buna karşılık gelen bir hareketin yokluğunda, Filistin’in bu ülkelerle tek başına yaşadığı deneyim zayıflayacaktır. Filistin’de 2006 yılında yapılan seçimler ABD, AB ve İsrail tarafından bozguna uğratıldığında, ortaya çıkan hükümete karşı bir Arap desteği yoktu. Despotizm denizinde, tek bir devletin başlangıcı olsun ya da olmasın, herhangi bir Filistin demokrasisi adası olası değildir. İsrail de Orta Doğu’da gerçek bir tehditle karşı karşıya kalana kadar güçlü konumundan asla vazgeçmeyecektir ki bu da ancak bölge Washington’un yolsuzluk ve boyun eğme konusunda güvenebileceği bir bölge olmaktan çıktığında gerçekleşebilir. Ancak o zaman, kendi doğal kaynaklarını ve stratejik mevzilerini kontrol eden bir Arap dayanışmasıyla karşı karşıya kalan ABD’nin alter egosunu uzlaşmaya zorlamak için bir nedeni olacaktır.


1 ‘Scurrying towards Bethlehem’, nlr 10, Temmuz-Ağustos 2001.

2 Bakınız Glenn Robinson, Building a Palestinian State: The Incomplete Revolution, Bloomington ve Indianapolis 1997, s. 174-200; ‘The Palestinians’, Mark Gasiorowski, ed., The Governments and Politics of the Middle East and North Africa, Boulder, co 2013, s. 362-3. Naval Postgraduate School’da savunma analisti olan Robinson, konusunda önde gelen bir otoritedir. Filistin Yönetimi üzerine yapılan bir başka çalışma, benzetmenin ne kadar zarar verici olduğunun farkında olmadan, Arafat’ın Tunuslu maiyetinin Batı Şeria’ya gelişini, kmt’nin Çin İç Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından Tayvan’a yerleşmesi ve ardından yerel topluma yönelik on yıllarca süren acımasız baskıyla karşılaştırmıştır: bakınız Jamil Hilal ve Mushtaq Husain Khan, ‘State Formation under the pna’, Mushtaq Husain Khan, ed., State Formation in Palestine: Visibility and Governance During a Social Transformation, Londra 2004, s. 93.

3 Ayrıntılar için: Gal Luft, ‘The Palestinian Security Services: Between Police and Army’, Middle East Review of International Affairs, Haziran 1999, s. 47-63; Rex Brynen, ‘Palestine: Building Neither Peace Nor State’, Charles Call ve Vanessa Wyeth, eds, Building States to Build Peace içinde, Boulder, co 2008, s. 228-9; Yezid Sayigh, Policing the People, Building the State: Batı Şeria ve Gazze’de Otoriter Dönüşüm, Carnegie Orta Doğu Merkezi, Şubat 2011, s. 13.

4 Gazze’deki acı özdeyişte özetlenen siyasi rantın mantığı ve işleyişinin ayrıntıları için bakınız: ‘Bizim Kurucu Babalarımız değil, Fon Sağlayan Babalarımız vardı’, Nubar Hovsepian, Palestinian State Formation: Education and the Construction of National Identity, Newcastle 2008, s. 49-50, 64-83, 189.

5imf, Batı Şeria ve Gazze: Çatışma Koşulları Altında Ekonomik Performans ve Reform, 2003, s. 91.

6 Bakınız Khan, ed., State Formation in Palestine, s. 98-108, 180-3, 201, 230-2, katkıda bulunanlar bu bataklıkta ekonomik kalkınma için cesaretle umut ışığı aramaktadır.

7 Neve Gordon, İsrail’in İşgali, Berkeley-Los Angeles 2008, s. 220.

8 Hiçbir şekilde düşmanca bir tanık olmayan Ghada Karmi üzücü bir sonuca varmıştır: “İsrail’in yüksek masasından düşen her kırıntıyı kabul etmek için uygunsuz bir heves sergiledi”, “Filistin’in amaçlarına ulaşmasının tek yolunun, kendisine rağmen bir Filistin devletiyle sonuçlanacak bir sürece girmesi için onu kandırmak olduğuna” inandı ve “saflığının nihai bedelini ödedi”: Married to Another Man: Israel’s Dilemma in Palestine, Londra 2007, s. 144.

9Haaretz, 8 Ekim 2004.

10 ‘Scurrier’ madalyonunun kökeni ve para birimi için bakınız Avi Shlaim, The Iron Wall: İsrail ve Arap Dünyası, New York, 2014 baskısı, s. 600.

11 Belki de siyasi olduğu kadar kişisel dostluk duygularıyla da hareket etmiştir: söylentilere göre kendi ailesinin serveti dokuz haneli rakamlara ulaşmıştır.

12 Ayrıntılar için bakınız Nathan Thrall, ‘Our Man in Palestine’, New York Review of Books, 14 Ekim 2010: ‘Filistin Ulusal Güvenlik Güçleri Başkanı İsraillilere “Ortak bir düşmanımız var” dedi ve Filistin askeri istihbarat şefi de “Sizin talimatlarınız doğrultusunda Hamas’ın tüm kurumlarıyla ilgileniyoruz” dedi.

13 Saree Makdisi, Palestine Inside Out: An Everyday Occupation, New York 2010, s. 311.

14 ‘Büyük ölçüde gerçek üretken kapasitenin geliştirilmesinden ziyade yardımların geri dönüşümünün bir sonucudur’: Economist Intelligence Unit Raporu, Filistin Toprakları, 25 Nisan 2015, s. 13.

15 Ölçülü bir değerlendirme için bkz: Yezid Sayigh, ‘We Serve the People’: Hamas Policing in Gaza, Brandeis University, Crown Centre for Middle East Studies, Paper No. 5, Nisan 2011, s. 106-17.

16 Anlaşmanın arka planına ve sonuçlarına dair sadık bir analiz için bkz: Hussein Ibish, ‘Indispensable but Elusive: Palestinian National Reunification’, Middle East Policy, Güz 2014, s. 31-46; düzeltme için bakınız Nathan Thrall, ‘Hamas’s Chances’, London Review of Books, 21 Ağustos 2014.

17 Colin Shindler, A History of Modern Israel, Cambridge 2013, s. 393.

18 Paul Rivlin, The Israeli Economy from the Foundation of the State through the 21st Century, Cambridge 2011, s. 149.

19 Bernard Wasserstein, İsrailliler ve Filistinliler: Neden Savaşıyorlar? Can They Stop?, New Haven 2008, s. 92.

20 Bariyerin ve Ürdün Vadisi’ni kapatan ‘Güvenlik Çemberi’nin analizi için Jan de Jong’un Mahdi Abdul Hadi, ed., Palestinian-Israeli Impasse‘a yaptığı katkıya bakınız: Exploring Alternative Solutions to the Palestine-Israel Conflict, Jerusalem 2005, s. 329-33.

21 Howard Sachar, A History of Israel from the Rise of Zionism to Our Time, New York 2007, s. 1081.

22 Economist Intelligence Unit, Ülke Profili 2008:İsrail, s. 12.

23 Rakamlar için bakınız Rivlin, The Israeli Economy, s. 88-93.

24 Rivlin, The Israeli Economy, s. 61; ‘The Next Generation: İsrail Üzerine Özel Bir Rapor’, Economist, 5 Nisan 2008, s. 8; Taub Centre, Ulusun Durumu Raporu 2014: İsrail’de Toplum, Ekonomi ve Politika, s. 194-5.

25 Göçmen emeğine geçiş için bakınız Gershon Shafir ve Yoav Peled, Being Israeli: The Dynamics of Multiple Citizenship, Cambridge 2002, s. 323-9. Adriana Kemp ve Rebeca Raijman’a göre “İsrail yabancı işgücüne en çok bel bağlayan ülkeler arasında yer almaktadır”: bakınız “Bringing in State Regulations, Private Brokers and Local Employers: A Meso-Level Analysis of Labour Trafficking in Israel’, International Migration Review, Güz 2014, s. 604-42. 90’lı yıllardan bu yana Arap nüfusun yoksulluk oranı tüm ailelerin yaklaşık yarısına yükselmiştir: Ilan Peleg ve Dov Waxman, Israel’s Palestinians: The Conflict Within, Cambridge 2011, s. 35.

26 Israel Shahak dikkate değer bir geç istisnadır: bkz. Jewish History, Jewish Religion: The Weight of Three Thousand Years, Londra 2008, passim.

27 Mevcut siyasi sınıftan duyulan tiksintinin etkili bir ifadesi için bakınız Bernard Wasserstein, ‘Israel in Winter’, The National Interest, Mart-Nisan 2015, s. 48-56.

28 2006 yılında, önde gelen bir çalışma, sadece altı milyonluk Amerikalı Yahudilerin iki yüz seksen milyonluk bir ulusun politikasını belirleyebileceğini, iki ülke arasındaki özel ilişkinin – “şeffaflık, gayriresmilik, genellik, karşılıklılık, münhasırlık, güvenilirlik ve dayanıklılık”- ortak bir demokratik siyasi kültürün değerleri üzerine kurulduğunu iddia edebiliyordu: Elizabeth Stephens, us Policy Towards Israel, Brighton 2006, s. 7-8, 253, 255-6. Bu tür bir aritmetiğin saflığı, en azından yerel toplumun kendi saflarında kısa sürede ortadan kalkacaktı. Sadık Peter Beinart’ın da belirttiği gibi: “Son yirmi yılda Yahudiler Dışişleri Bakanı, Hazine Bakanı, Ulusal Güvenlik Danışmanı, Temsilciler Meclisi Çoğunluk Lideri ve Beyaz Saray Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptılar ve Harvard, Yale ve Princeton’ın başkanlıklarını üstlendiler. New York Times‘ın son altı editöründen dördü Yahudi’dir. Yüksek Mahkeme’de şu anda Yahudilerin sayısı Protestanlardan üç sıfır fazladır’ dedi ve ekledi ‘Özel olarak, Amerikalı Yahudiler Yahudi gücünden zevk alırlar. Ancak anti-Semitik mitleri beslemekten korktuğumuz için bunu kamuoyu önünde tartışmaktan kaçınıyoruz’: The Crisis of Zionism, New York 2012, s. 5.

29 Beinart’ın The Crisis of Zionism‘deki tartışma ve şikâyetine bakınız, s. 169-72.

30 2007 itibariyle ABD ‘nin İsrail’e yaptığı doğrudan ve dolaylı yardımların tamamı için bakınız: Mearsheimer ve Walt, The Israel Lobby and us Foreign Policy, New York 2007s. 26-32.

31 ‘Amerika’nın İsrail’e yönelik güvenlik taahhüdünün temel taşı, ABD’nin İsrail’in niteliksel askeri üstünlüğünü korumasına yardımcı olacağına dair verdiği güvence olmuştur. Bu, İsrail’in herhangi bir devletten, devletler koalisyonundan ya da devlet dışı aktörden gelebilecek inandırıcı askeri tehditlere karşı koyma ve bunları en az zarar ve zayiatla bertaraf etme kabiliyetidir’ dedi. ‘Obama Yönetimi, İsrail’e yönelik güçlü ABD güvenlik yardımı mirasını sürdürmekten gurur duymaktadır. Gerçekten de, İsrail’in karşı karşıya olduğu çok yönlü tehditleri ele almak için desteğimize ihtiyaç duyduğu bir dönemde bu mirası yeni zirvelere taşıyoruz. Andrew Shapiro’nun Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü’nde yaptığı konuşma, 4 Kasım 2011.

32 Yukarıdaki açıklamalar için bakınız David Cronin, Europe’s Alliance with Israel: Aiding the Occupation, Londra 2011, s. 2; Sharon Pardo ve Joel Peters, Uneasy Neighbours: Israel and the European Union, Lanham 2010, s. 75, 69. Bu yılın Mayıs ayında, kendilerini ‘Avrupalı Seçkin Kişiler Grubu’[sic] olarak tanımlayan ve hepsi de artık güvenli bir şekilde emekli olmuş çeşitli değerli kişilerden oluşan bir grup, Netanyahu’nun yeniden seçilmesinden duydukları öfkeyi dile getirerek, görevdeyken tek kelime etmedikleri İsrail’e karşı sert tedbirler alınması çağrısında bulundu. Tahmin edilebileceği üzere Solana da bu isimler arasındaydı.

33 Bakınız Noura Erakat, ‘bds in the usa, 2001-2010’, Audrea Lim, ed., The Case for Sanctions, Londra-New York 2012, s. 95-7.

34 Bakınız Yoav Peled, ‘Zionist Realities’ ve Virginia Tilley, ‘The Secular Solution’, nlr 38, Mart-Nisan 2006, s. 21-57. 2003 yılında Tony Judt, Oslo AnlaĢmaları’nın savunucularından biri olarak ülkenin yüzde 22’sinin birkaç yerleĢim yeri dıĢında Filistinlilere geri verilmesini öngören “adil ve olası çözüm” ne yazık ki artık uygulanabilir olmadığından, Filistin’de iki uluslu bir gelecek için Siyonist geçmiĢten vazgeçerek Amerikan Yahudi çevrelerinde heyecan yaratmıĢtı: “Israel: The Alternative’, New York Review of Books, 2 Kasım 2003. Belki de bu katkının zayıflığını hisseden Judt, makaleyi beş yıl sonra Reappraisals ‘da topladığı denemelerden çıkararak devam ettirmedi.

35 Joel Kovel, Siyonizmin Üstesinden Gelmek: Creating a Single Democratic State in Israel/Palestine, Londra-Toronto 2007, s. 216.

36 Bakınız Tamar Hermann, ‘İsrail/Filistin’de İki Uluslu Fikir: Geçmiş ve Bugün’, Nations and Nationalism, vol. 11, no. 3, 2005, s. 381-2.

37Haaretz, 29 Kasım 2007. Aynı röportajda Olmert açıkça ‘Yahudi örgütlerini’ ‘Amerika’daki güç tabanımız’ olarak tanımlamıştır.

38 Filistinlilerin tek bir devlete verdiği desteğin olası boyutu için Makdisi tarafından alıntılanan Bir-Zeit anketine bakınız: Palestine Inside Out, s. 282, 347, ve Faris, ed., The Failure of the Two-State Solution, s. 8, 239, 291’de rapor edilen sondajlar. Okul kitaplarında mültecilerden neredeyse hiç bahsedilmeyen İşgal Altındaki Topraklar’daki ideolojik kontroller göz önüne alındığında, güvenilir verilere muhtemelen ulaşılamayacaktır.

39 “Bu konu, özellikle de Başkan Barack Obama liderliğindeki ABD hükümetinin İsrail ve Filistinliler arasında çatışmayı sona erdirecek bir anlaşma arayışına yeniden güçlü bir şekilde dahil olması göz önüne alındığında, daha güncel ve önemli olamazdı”; bu arayış “Amerikan ulusal çıkarları için elzemdir”: Ibish, What’s Wrong with the One-State Agenda? Why Ending the Occupation and Peace with Israel is Still the Palestinian National Goal, Washington dc 2006, s. 5.

40 Ibish, What’s Wrong with the One-State Agenda?, s. 134-5.

41 Susser, İsrail, Ürdün ve Filistin: The Two-State Imperative, Waltham, ma 2012, s. 144, 224.

42 Mark LeVine ve Matthias Mossberg, eds, One Land, Two States: Paralel Devletler Olarak İsrail ve Filistin, Berkeley-Los Angeles 2014, s. xiii.

43 Nimrod Hurvitz ve Dror Zeevi, ‘Paralel Devletler Projesi için Güvenlik Stratejisi: An Israeli Perspective’, LeVine ve Mossberg, eds, One Land, Two States, s. 72, 77.

44 Caroline Glick, The Israeli Solution: A One-State Plan for Peace in the Middle East, New York 2014, s. 122-35, 259-60, 228-34.

45 Bakınız DellaPergola, ‘İsrail/Filistin’de Demografi: Trends, Prospects, Policy Implications’, iussp xxiv Genel Nüfus Konferansı, Salvador de Bahia, Ağustos 2001, s. 17. On yıl sonra şöyle açıklayacaktı: ‘Eğer insanlar Yahudilerin çoğunluklarını ne zaman kaybedeceklerini soruyorlarsa, bu çoktan gerçekleşmiştir. Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki Filistinli nüfusu birleştirirsek, son yıllarda sayıları hızla artan yabancı işçileri ve mültecileri dahil edersek ve Geri Dönüş Yasası kapsamında aliya yapan ancak İçişleri Bakanlığı tarafından Yahudi olarak tanınmayan İsraillileri hariç tutarsak, Yahudiler nüfusun yüzde 50’sinden biraz daha azdır’: Jerusalem Post, 26 Kasım 2010. Glick’in dayandığı kaynakların değişkenliği için bakınız Ian Lustick, ‘What Counts is the Counting: Statistical Manipulation as a Solution to Israel’s “Demographic Problem”‘, Middle East Journal, Spring 2013, s. 185-205.

46 2014 yazında Koruyucu Hat’ın yetersizliğini eleştiren Morris, İsrail’in Gazze’ye ‘öldürücü bir darbe’ vurması, Hamas’ı yok etmek ve Gazze’deki tüm direnişi ezmek için İdf ‘nin bölgeyi tam ölçekli bir şekilde yeniden işgal etmesi çağrısında bulundu. ‘We Must Defeat Hamas-Next Time’, Haaretz, 30 Temmuz 2014.

47 Morris, Bir Devlet, İki Devlet: Resolving the Israel/Palestine Conflict, New Haven 2009, s. 73.

48 Morris, ‘Survival of the Fittest’, Haaretz, 8 Ocak 2004.

49 Morris, Bir Devlet, İki Devlet, s. 177, 195-6. Morris’in Ben-Gurion’unki gibi Filistinli arrière-pensé ‘lere ilişkin kanaati yanlış değildir. Salim Tamari gibi iki devletli resmi doktrinlerin temel direklerinden biri bile şöyle yazmaktadır: ‘Bir barış antlaşmasında yer alan kesilmiş bir devlet, toprak alanını sağlamlaştırmayı ve önemli bir egemenlik elde etmeyi amaçlayan sürekli mücadele için önemli bir serbestlik bırakacaktır. Nasser Abufarha daha açık sözlüdür. Batı Şeria ve Gazze’de bir devlet kurulması çağrısını destekleyen pek çok Filistinlinin bunu ‘Filistin’in tamamen özgürleşmesine yönelik bir ilk adım’ olarak gördüğünü yazan Abufarha, yakıcı bir doğrulukla ekliyor: ‘Bu, Filistin liderliğinin gerçek niyetinin bu olduğu anlamına gelmiyor; aksine, bu liderliğin tek gerçek programı liderliğini sürdürme programıdır. Bkz. sırasıyla, ‘The Dubious Lure of Bi-Nationalism’ (Tamari) ve ‘Alternative Palestinian Agenda’ (Abufarha), Hadi, ed., Palestinian-Israeli Impasse: Exploring Alternative Solutions to the Palestine-Israel Conflict, s. 70, 152.

50 Rivlin, The Israeli Economy, s. 245. Ortalama bir yerleşimci 200.000 doların üzerinde tazminat almıştır: Shir Hever, The Political Economy of Israel’s Occupation: Sömürünün Ötesinde Baskı, Londra 2010, s. 71.

51 Susser, İsrail, Ürdün ve Filistin: The Two-State Imperative, s. 220.

52 Ali Abunimah, Tek Ülke: A Bold Proposal to End the Israeli-Palestinian Impasse, New York 2006, s. 145-6.

53 Nadir bir istisna için bakınız Ian Lustick, ‘Thinking about the Futures of Palestine with the Past of Others’, Hadi, ed., Palestinian-Israeli Impasse, s. 214: ‘Tüm ülke üzerinde tek bir devlet ve tek bir yasal yargı yetkisi kurmanın, Yeşil Hat içindeki Arap ve kamu arazilerinin toptan Yahudilerin eline geçmesini radikal bir meydan okumaya açık hale getireceği gerçeği, İsraillilerin tek devletli çözümü ciddiye almayı kabul etmelerinin önündeki büyük bir engeldir’.

54 Oren Yiftachel, Ethnocracy, Philadelphia 2006, s. 58; İsrail’de fetih sonrası toprakların Yahudileştirilmesi mekanizmaları için, s. 137-40.

55 Bakınız Rex Brynen ve Roula E-Rifai, eds, Compensation to Palestinian Refugees and the Search for Palestinian-Israeli Peace, Londra 2013, s. 10, 132-69. Her iki tahmin de BM geçmişi olan ekonomistlere aittir: Thierry Senechal ve Leila Halal, ‘The Value of 1948 Palestinian Refugee Material Damages’ ve Atef Kubursi, ‘Palestinian Refugee Losses in 1948’. Konuyla ilgilenmek isteyen nadir bir İsrailliye göre, mülksüzleştirilen tüm Filistinliler için ‘azami uygulanabilir’ tazminat, çoğunlukla Batılı kaynaklardan olmak üzere 15 milyar dolar aralığında olacaktır: Ruth Klimov, ‘Reparations and Rehabilitation of Palestinian Refugees’, Eyal Benvenisti, Chaim Gans ve Sari Hanafi, eds, Israel and the Palestinian Refugees, Heidelberg 2007, s. 342. Taba’da Tel Aviv’in müzakerecileri beş milyon Filistinli mülteci için Siyonistlerin cebinden 3-5 milyar dolar çıkmasını önerdiler. Belirtildiği üzere, Knesset Gazze’den toplam 8,000 Yahudi yerleşimcinin taşınması için 1 milyar dolar harcayacaktı.

56 Bakınız Nathan Thrall, ‘Rage in Jerusalem’, London Review of Books, 4 Aralık 2014, “Temmuz ayından bu yana Kudüs’te çoğu çocuk binden fazla Filistinlinin gözaltına alındığını” bildirmektedir; bu rakam İkinci İntifada’yı da kapsayan 2000-2008 yılları arasında Doğu Kudüs’te güvenlikle ilgili suçlar nedeniyle yapılan toplam tutuklamaların dört katıdır.

57 “Küçük, yoksul ve stratejik açıdan önemsiz bir Filistin Devleti yaratmanın potansiyel faydaları, önemli bir bölgesel ve ABD iç siyasi gücüne sahip yakın bir müttefike ağır baskı yapmanın iç maliyetleriyle kıyaslandığında çok küçük kalmaktadır” diye yazıyor Nathan Thrall, Clinton’dan Obama’ya ABD’nin İsrail’e yönelik politikasının en keskin analizinde: “Israel and the us: the Delusions of Our Diplomacy”, New York Review of Books, 9 Ekim 2014. Thrall’ın İsrail’den ve İsrail’le ilgili raporları, açık gözlü eleştiri ve aklı başında gerçekçiliği bir araya getirmeleri bakımından her zaman olağanüstü olmuştur.

58 2003 yılı civarında Filistinli bir arkadaş Gershon Shafir’e şöyle yazmıştı: ‘Birleşmiş Milletler’in bölünme planı Filistinlilere aslında sizin olan yüzde 100’ün 47’sine sahip olacaksınız dedi. 1993 Oslo anlaşması Filistinlilere şöyle dedi: başlangıçta size ait olan yüzde 100’ün 22’sine sahip olacaksınız. Ehud Barak’ın 2000 yılında Filistinlilere yaptığı “cömert teklif” ise şöyle diyordu: Başlangıçta sizin olan yüzde 100 toprağın yüzde 22’sinin yüzde 80’ini size vereceğiz. Son olarak, Şaron’un 2002’de Filistinlilere sunduğu barış planında ise şu ifadeler yer alıyordu: “Başlangıçta size ait olan yüzde 100 toprağın yüzde 22’sinin yüzde 80’inin yüzde 42’sini size vereceğiz ve bu yüzde 42’lik kısım sürekli sokağa çıkma yasağı altında kalacak. Shafir şu yorumu yapıyor: “Filistin perspektifinden bakıldığında bu barış için toprak formülünün özellikle acı verici bir yönü, başlangıç noktası olarak ilgili grubun toprakla olan orijinal ilişkisi yerine toprağın mevcut mülkiyetinin kullanılması, kimin verdiği ve kimin aldığı kategorilerinin tersine çevrilmesi ve cömert görünen tarafın İsrail olmasıdır”: “Reflections on the Right of Return: Divisible or Indivisible?”, Ann Lesch ve Ian Lustick, eds, Exile and Return: Predicaments of Palestinians and Jews, Philadelphia 2005, s. 302.

59 Bir Yahudi düşünürün bu tarih üzerine en iyi düşüncelerinden birini ortaya koyan Andrei Marmor, 1948 ve 1967’de toprakların ele geçirilmesinde ilkesel bir fark bulunmadığına işaret etmekle kalmamış, ‘bu iki fetih dönemi arasında ahlaki bir karşılaştırma yapıldığında, 1948’de Arap topraklarının işgalinin çok daha kötü sonuç vereceğini’ belirtmiştir. Yerleşimler ahlaki açıdan ne kadar yanlış ve siyasi açıdan ne kadar aptalca olursa olsun, en azından bir etnik temizlik sürecinde kurulmadılar. Bildiğim kadarıyla, yeniden yerleşim sırasında nispeten az sayıda Filistinli evlerinden çıkarıldı, bu yerleşimlerin üzerine inşa edildiği Filistinlilere ait (çoğunlukla tarımsal) arazilere el konulurken herhangi bir zulüm yaşanmadı ve herhangi bir nüfus transferi söz konusu olmadı. Ne yazık ki bunların hiçbiri 1948 fethi için söylenemez’: ‘Toprağa Hak Kazanma ve Geri Dönüş Hakkı: Liberal Siyonizm için Utanç Verici Bir Meydan Okuma’, Lukas Meyer, ed., Justice in Time: Responding to Historical Injustice, Baden-Baden 1994, s. 323.

60 Büyük çoğunluk işgal altındaki topraklardan değil, bugünkü İsrail topraklarından gelmektedir. Bir zamanlar evleri olan topraklara geri dönmelerine izin verilmesi gerektiği fikri, ‘İsraillilerin ezici ve dikkat çekici bir şekilde sarsılmaz çoğunluğu için anathema’dır ve öyle olmaya devam edecektir: Dan Rabinowitz, ‘Beyond Recognition: Staggered Limited Return of Palestinians into Israel’, Lesch ve Lustick, eds, Exile and Return, s. 415.

61 Rashid Khalidi, Brokers of Deceit: How the us Has Undermined Peace in the Middle East, Boston 2013, s. 117-19.

62 Ramallah rejimine yönelik en erken ve en net eleştirilerden birinin İsrail’deki Filistin toplumunun içinden gelmesi dikkat çekicidir: bkz: Azmi Bishara, ‘4 May 1999 and Palestinian Statehood: to Declare or Not to Declare’, Journal of Palestine Studies, vol. 28, no. 2, 1999, s. 14-15, İsrailli barış yanlısı Uri Avnery’nin öfkeli protestosuna yol açarak, Arafat’a ‘gönülden desteğini’ ve ‘Ehud Barak’ın olağanüstü hikayesine’ olan inancını, gelecekteki gerçekçi bir iki devletli çözümün habercisi olarak ifade etmiştir: ‘A Binational State? God Forbid!”, Journal of Palestine Studies, vol. 28, no. 4, 1999, s. 55-60.