Geleceğin Devrimi – Murray Bookchin

163 views
11 mins read
163 views
11 mins read

Önsöz : Ursula K. Le Guin

Fransız devriminden bu yana kullanıla gelen sol terimi, sosyalizmin, anarşizmin ve komünizmin yükselişi ile birlikte daha da geniş bir anlam kazandı. Rus devrimi, anlayışta bütünüyle solcu olan bir yönetimi devreye soktu; sola ve sağa hareketler İspanya’yı ikiye ayırdı; Avrupa ile kuzey Amerika’daki demokrat partiler i̇ki ayrı kutupta kümelendiler. 

Liberal Karikatürisler muhalefeti, ağzında  purosu göbekli bir plutokrat olarak çizerken, birleşik devletlerdeki gericiler (reaksiyonerler) 1930 lardan itibaren, (özellikle soğuk savaş süresince) komünist solcuları şeytanlaştırdılar. Çoğu kez aşırı bir basitleştirme olsa da sol sağ karşıtlığı iki yüzyıl boyunca genelde yararlı bir betimleme ve dinamik bir dengenin hatırlatıcısı olarak varlığını sürdürdü. 

21. yüzyılda bu iki terimi kullanmaya devam ediyoruz; peki ama solun solu ne olaki?

Devlet komünizminin hüsrana uğraması, sosyalizmin demokratik yönetimler biçiminde bir dereceye kadar sessizce kökleşmesi ve politikanın tekelci kapitalizmin güdümünde amansızca sağa kayması ilerici düşünceyi büyük ölçüde eskimiş, gereksiz ya da hayal ürünü bir şey haline getirdi. Sol düşünce de marjinalleşti; farklı hedefler gözeterek kendi içerisinde ayrıştı,  birleşme/bir araya gelme yetisine duyduğu güveni yitirdi. Özellikle de Amerika’da sağ kayış öylesine güçlü oldu ki, bugün artık saf liberalizm, eskinin anarşizmi ya da sosyalizmi gibi, terörist çıban başı durumundadır; reaksiyonerler ise ılımlı kimseler olarak anılmaktadır. Peki sol gözünü kapatıp her işini sağ eliyle görmeye çalışan bir ülkede Murray Bookchin gibi her iki elini de ustaca kullanan bir nesneye her iki gözüyle de odaklanan bir ihtiyar tilkinin yeri ne ola ki?

Bookchin, okurlarını buluyor bence. Pek çok insan kendi eğilimine kaynaklık edebilecek tutarlı yapıcı bir düşünce peşinde (asap bozucu yıpratıcı bir arayıştır bu.) Ümit verici gözüken kuramsal yaklaşımların (liberter parti gibi) varıp varabileceği yer erkek gibi giyinen Ayn Rand oluyor; bir sorunun dolayımsız ve etkili çözümünün (“işgal et” hareketi gibi) uzun erimde sağlam bir yapı ile dayanıklılıktan yoksun olduğu ortaya çıkıyor. Bu toplumun göz göre göre haklarını gasp ettiği yüzüstü bıraktığı gençler zeki, gerçekçi, uzun erimli bir düşünce arayışındalar; diğer ideolojiler gibi ahkam kesen bir ideolojinin değil, pratik işe yarar, bir hipotezin, nereye gittiğimizin kontrolünü yeniden nasıl ele alabileceğimize ilişkin bir metodolojinin peşindeler. Bu kontrolü sağlamak bir devrimi, onun işe koşmak istediği kuvvet kadar, toplumu bir bütün olarak derinden etkileyecek kadar güçlü olan bir devrimi gerekli kılıyor.

Murray Bookchin şiddete başvurmayan devrim konusunda bir uzmandır. Bütün yaşamı boyunca planlı olarak ya da aniden gelişen radikal toplumsal değişimler üzerine ve bu değişimleri en iyi şekilde nasıl hazırlanabileceğini üzerinde kafa yordu elinizdeki kitap onun yaşamı boyunca geliştirdiği düşünceleri önümüzdeki kasvetli geleceğe taşıyor.

Sabırsız, idealist okurlar bu kişinin düşüncelerini rahatsız edici ölçüde katı bulabilirler. Bookchin, gerçekliğin üzerinden atlayıp mutlu sonla biten rüyalar alemine geçmeye yanaşmaz. Siyasal eylem kılığındaki basit sınır ihlallerine uzak durur: “kargaşa ya da yaratıcı kaos politikası” ya da ‘sokakların ele geçirilmesini’ öngören naif bir pratik, (bunun sokak festivallerinden pek bir farkı yoktur) böyle söylemlerin katılımcılarını zıp çıktı bir güruh davranışını sergilemeye iter. Bu “işgal et” hareketinden çok “aşklar yazı” için geçerli bir durumdur elbette; ne ki “Aşıklar yazı” kalıcı/ikna kuvvetine sahip bir harekettir.

Gel gelelim Bookchin kaya gibi sert bir Püriten de değildir. Onu ilk okuduğumda kuşağının belki de en ince eleyip sık dokuyan, sözcükleri en ustaca kullanan anarşistiydi Bookchin; Anarşizmden uzaklaştığında da özgürlüğe olan düşkünlüğünden bir şey yitirmedi. Bu özgürlük aşkının, gene bu tür bir özgürlüğün euphoric sorumsuzluğunun yıkıntıları arasında un ufak olmasını görmeye gönlü el vermedi.

Bütün politik ve toplumsal düşünüşün en sonunda yüz yüze gelmeye zorlandığı şey, engel kural tanımayan sanayi kapitalizminin çevreyi geriye döndürülmesi imkansız bir tahribata uğratmış olduğu gerçeğidir elbette. Bilim 50 yıldır bizi bu korkunç olgunun önemine ikna etmeye çalışıyor. Bu arada teknolojisi gözümüzü bu gerçeğe giderek daha fazla kapamamızı sağlıyor. Sanayiciliğin ve kapitalizmin bize getirdiği her fayda, bilgide, sağlıkta, iletişimde ve konforda kaydettiği her mükemmel ilerleme, bizi aynı ölümcül akıbete sürüklüyor. Bizler, hepimiz, yeryüzünden bir şeyler koparıp alıyoruz, hem de giderek artan bir hız ve açgözlülükle; ona gerisin geri verdiğimiz şey ise kısır ve zehirli maddelerden ibaret. Yine de bu sürece bir son veremiyoruz. Kapitalist ekonomi tanımı gereği büyüdükçe yaşar; Bookchin şöyle yazıyor; 

“Kapitalizmin akılsızca büyümekten vazgeçmesi onun için toplumsal intihara yeltenmekle birdir. 

Kendi toplumsal sistemimize model diye kanseri seçmiş durumdayız. Kapitalizmin ya büyü ya öl buyruğu ekolojinin karşılıklı bağımlılık ve sınırlılık buyruğuyla kökten zıtlaşıyor. Bu iki zorunluluk artık daha fazla bir arada olamaz. Bu ikisinin birbiriyle bağdaştırılabileceği efsanesi üzerine kurulmuş olan toplumların hiçbiri hayatta kalmayı ümit edemez yeni ekolojik bir toplum kuracağız ya da toplum, statüsü ne olursa olsun herkesin çanına ot tıkıyacak.”

Bookchin, ömrünü kapitalizmin “ya büyü ya öl” mantığına, o doymak bilmez egosuna karşı çıkmakla harcadı. Bu kitaptaki dokuz deneme bu çabanın vardı en tepe noktayı temsil ediyor: eşitlikçi doğrudan demokrasinin uygulandığı ekolojik bir toplumun kuramsal payandalarını, böylesi bir toplumun nasıl inşa edilebileceğiyle ilgili pratik bir yaklaşımla birlikte, sunuyor. 

Bookchin, toplumsal değişimi hedefleyen geçmiş hareketlerin başarısızlıklarını eleştirel gözle inceliyor; doğrudan demokrasi vaadini yeniden diriltiyor ve, kitabın son denemesi nde, çevre krizini hakiki bir tercih momentine nasıl dönüştürebileceğimiz konusundaki ümidinin dayanaklarını özetliyor – toplumsal cinsiyetin, ırkın, sınıfın, ulusun paralize edici hiyerarşilerini aşma fırsatından, toplumsal sistemimizin radikal kötülüğüne radikal bir çare bulma fırsatından söz ediyor. Bu denemeyi okuduğumda da Bookchin’i her okuyuşumda hemen her zaman yaşadığım duyguyu yaşadım: çok etkilendim ve minnet duygusuyla doldum. Bookchin, an düşüncesi, ahlaki sorumluluğu ve gerçekçi bir ümidin peşinde ödün vermeden bütün içtenliği ile koşması itibarıyla gerçek bir Aydınlanma çocuğudur.