İntihar bombacısıyla Daron Acemoğlu arasında

310 views
47 mins read
310 views
47 mins read
Ertuğrul Kürkçü, yine önemli "üçüncü yolcu" bir analiz ortaya koyuyor. Bir çok yazısında gördüğümüz gibi süreci tarih ve toplum bağlamlarına yerleştirerek; iki boyutlu görüntüyü üçüncü boyutuyla resmederek, konuşuyor.
Matematik olarak kazanılma ihtimali çok güçlenmiş olan seçimi, bizler için bir an olarak değil, bir sürecin başlangıcı olarak ele almak; Kürkçü'nün sözlerinde gösterilen bütün avantajlarımızı koruyabilmek için, bizi bekleyen bütün telaşların, "acil görevlerimiz" baskısının yanısıra çevreden merkeze geçiş programımızı üretmeksizin ilerlemek imkansız. 
Böyle bir ilerleyiş ancak bizleri "müzmin muhalefet" olmaya sürükler. Ötesi yoktur.
A. Haluk Ünal

Söyleşi : FEYAZ ÇANAK

Ertuğrul Kürkçü HDP Onursal Başkanı

2023 seçimleri yaklaştıkça Türkiye siyaseti de hızlanmaya başladı. Meral Akşener, Millet İttifakı masasını tekmeleyip, Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu’na aday olun çağrısı yaptı ancak birkaç gün sonra masaya dönerek Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını kabul etti. Yaşanan sürece ilişkin, kimileri tarafından komplo teorilerine kadar uzanan değerlendirmeler yapıldı.

Siyasi Haber olarak yaşanan süreci HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ile konuştuk.

Kürkçü, son dönemde Altılı Masa etrafında yaşananları değerlendirirken; devletin, halkın hizmetkarı olması, kamuculuğun kuvvetlendirilmesi, sermayenin güç ve imkanlarının kamusal çıkar adına sınırlanması ve sosyal yardım ile sosyal dayanışma ihtiyaçlarının hepsinin devlet bütçesinden karşılanması için servet ve gelir paylaşımının yeniden düzenlenmesi talepleriyle mücadeleye girilmesi gerektiğini söylüyor.

“İntihar bombacısı canının derdine düştü ve ona el uzatıldı. Ben bu hamlenin çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Altılı Masa’yı beşli olarak korumak iyi ya da bunu yediliye, sekizliye çıkartma ihtimali kötü olduğu için değil, Meral Akşener’i bilinen eğilimiyle fazlaca örselenmeden eski konumuna iade ettiği ve bu tutumun siyasette görmesi gereken karşılığı herhangi bir biçimde görmediği için yanlış olduğunu düşünüyorum.”

Feyaz Çanak: Türkiye siyasetinin son dönemdeki en hızlı günlerini yaşıyoruz. Perşembe günü yapılan Millet İttifakı toplantısında çıkan kriz üzerine Altılı Masa’yı terkeden Akşener cuma günü çok sert bir açıklama yaparak Millet İttifakı’ndan ayrıldıklarını açıkladı. Konuşmasında, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na Cumhurbaşkanlığı için aday olun çağrısı da yaptı. Üç gün geçtikten sonra Meral Akşener masaya geri döndü. Akşener, niçin masadan kalktı ve ne oldu da masaya geri döndü?

Ertuğrul Kürkçü: Akşener’in bu adımı atacağını, daha doğrusu Akşener’i bu adımı atmaya iten kuvvetler olduğunu, İYİ Parti’de böyle bir bileşke olduğunu ve Akşener’in aslında Kürtlerin, Alevilerin, emekçilerin genel duygu ve taleplerinin iktidara yansıyacağı bir mecranın doğmasını önlemek açısından çok ciddi bir basınçla karşı karşıya olduğunu biliyorduk. Halkların Demokratik Partisi’ne yapıştırdığı “terörist” yaftalamasının, Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP’yle müzakere eğilimi göstermesine sürekli olarak diklenmesinin, ittifakta hiçbir zaman emeğin ve özgürlüğün sözünün olmamasını seçmesinin sebepleri vardı.

Bu İYİ Parti’nin aslında ultra-sağ bir yönetim kadrosuna sahip olmasıyla ilgili ve bu da İYİ Parti teşkilatının MHP’den özce farklı olmadığını da gösteren bir nitelik. MHP’den İYİ Parti’ye geçişi Erbakan’ın partisinden AKP’ye geçişe de benzetebilirsiniz. O süreçte de Erbakan döneminin bütün dinci söylem kalıpları devletçi doktrinleriyle neoliberal uyum projeleri ve bu iktisadi tercihe denk düşen söylemler nasıl birbirine karışmış olarak yaşandıysa MHP’den İYİ Parti’ye geçişte de aynı şeyler başka bağlamlarda yaşandı. Fakat buradaki en önemli fark, İYİ Parti’nin etrafına toplanan seçmen blokunun aslında MHP’den, MHP diskurundan, MHP dünyasından ve MHP’nin vadettiği çatışma geleneğinden nispeten uzaklaşma isteğiydi. Meral Akşener genel merkez istikametinde ne zaman çatışmacı bir üsluba kaysa alttan buna itirazlar geldi ve Akşener çatışanların boynunu vurmak zorunda kaldı. Fakat Meral Akşener sonunda yumurtanın kapıya gelmiş olduğu gerçeğiyle yüz yüze kaldı. Şimdi artık karar verilecekti. Bu sürece Kemal Kılıçdaroğlu’yla girmek maddi olarak değilse bile, söylem olarak, manen, o duruşun ima ettikleriyle uzlaşı ortamına, uzlaşı mekanına doğru yürümek demek olacaktı. O zaman elindeki koza davrandı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını baltalamak için bugüne kadar cebinde tuttuğu lafları ortaya attı.

Fakat bu öylesine bir intihar girişimiydi ki, sonuçta hepimiz gördük, Altılı Masa beşe düştüğü için sarsılmazken bir gecede on yedi bin kişi İYİ Parti’den istifa etti. İYİ Parti bir bileşen olarak Altılı Masa’da ve bir siyasi güç olarak Türkiye’deki anlamını da kaybetti. Hesabını kitabını bilmeyen, genel siyaset mecrasının aktığı yeri göremeyen ve bu akışın hoyratça, kaba, milliyetçi, şoven bir söylem ve tarzla frenlenebileceği yanılsamasının boşa çıktığı görüldü. Akşener, bir intihar saldırısına kalkıştı ama saldırı akim kaldı. İntihar bombacısı canının derdine düştü ve ona yerden kalkması için el uzatıldı. Ben bu hamlenin çok yanlış olduğunu düşünüyorum.

Altılı Masa’yı beşli olarak korumak iyi ya da bunu yedili, sekizliye çıkartma ihtimali kötü olduğu için değil, Meral Akşener’i bilinen eğilimiyle fazlaca örselenmeden eski konumuna iade ettiği ve bu tutumun siyasette görmesi gereken karşılığı herhangi bir biçimde görmediği için yanlış olduğunu düşünüyorum.

Altılı Masa bu krizden çıktı çıkmasına ama sonuçta İYİ Parti’nin ikili tabiatı, muhafazakar demokrat bir partiye dönüşme potansiyeliyle, kendisini faşist bir parti olarak yeniden kurma dinamiği arasındaki çatışma önümüzdeki yolda da yeni gerilimler, yeni yalpalamalar yaratabilir.

“Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu’nun özgürlükçü ve demokratik bir dönüşüme sebep olabilmesi ihtimalini minimize etmek, hatta ortadan kaldırmak istiyordu.”

Süreci, bilinmeyen her şeyi açıklayacak bir tılsımmışçasına baş ucunda tutulan bir “derin devlet operasyonu” üzerinden, “bir kuklalar dünyasında yaşanıyor ve bütün kuklaları oynatan bir kuklacı var” diyerek okuyanın ister istemez kendisinden de şüphe etmesi gerekir. Bizler de bir ayağı parlamentoda bir ayağı sosyal mücadelede siyasal bir partinin üyeleriyiz ve oyun alanının içindeyiz. Bu teori herkesi oynatan kuklacının elinde bir ipimizin olduğu yorumunu bize garanti edemez. Çünkü parlamenter siyaset dünyası kuklacı tarafından yönetilmiyor. Elbette elinde güç tutanın müdahale imkanları var. Devreye girip kendi iradesini kabul ettirme arzusu var. Ama  bu çatışkısız bir süreç değil. Bunun önünde engeller var. Öyle olsaydı, Tayyip Erdoğan’ın istemediği hiçbir kararın mahkemelerden çıkmaması, idarenin kararlarının AYM ya da Danıştay’dan hiçbir zaman dönmemesi gerekirdi. Çünkü teoriye göre kuklacı bir kere karar vermiş ve yargı ve yürütme kuklacı tarafından birleştirilmiştir. Fakat öyle değil. Kurumların boğazlanmış da olsalar özerklikleri var, kişilerin rolleri var, halkın mücadelesi var, yanlış hamlelerin tetiklediği tepkiler var, ortaya çıkan sonuç bunların hepsinin bir arada işlemesinden doğan bir bileşke.

Evet şunda mutabıkız. Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu’nun özgürlükçü ve demokratik bir dönüşüme sebep olması ihtimalini minimize etmek hatta ortadan kaldırmak istiyordu. Onu hiçbir zaman aday olarak görmek istemedi. Onun yerini, Türklük ve Türkçülükle mesafesi daha kısa olan adayların almasının doğru olacağını düşündü. Zaten Kürtlerin de Kemal Kılıçdaroğlu’na açtıkları krediyi, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’na açmamalarının gerisinde de aynı neden yatıyordu. Bu nedenle Meral Akşener bu hamleyi son dakikada yapmak zorunda kaldı ve rejim karşısında gevşeme emarelerini “şimdi herkes sussun, devlet konuşsun” diyerek, aslında depremin hemen sonrasında göstermişti.

Kılıçdaroğlu’nun bu teslim olma eğilimine karşı, “bu yıkıma yol açanlardan hesap soracağım” diye devreye girmesi zaten çatışmanın yaklaşmakta olduğunu gösteriyordu. İYİ Parti, bu çatışmada, yanlış zamanda, yanlış motivasyonla, yanlış hamleyi yapmış olması dolayısıyla, berhava olma riskiyle karşı karşıya kalınca geri döndü.

Bu elbette Altılı Masa‘nın itibarını kısmen zedeledi. Oy potansiyelini nispeten daralttı. Bütün bunların telafisi ne kadar mümkündür? Ne kadar birinci turda bitirilebilecek bir yürüyüş yakalanabilecektir? Bunların hepsi meçhul ya da daha başka türlü söylersek, bu hedefe ulaşmak gayrete tabi. Yani şöyle olmadı; pazartesi günündeyiz ama çarşambaya geri dönmedik. Hala pazartesideyiz. Kazanç ve kayıplar mevcut. Kemal Kılıçdaroğlu kazanç hanesine şunu yazabilir; hiç olmadığı kadar yüksek bir itibara kavuştu. Son bir aylık mesaisinin karşılığını aldı. Meral Akşener, hiç hak etmemiş olduğu itibarın çok büyük bir bölümünü kaybetti. Bunlar doğrudur. Ama bu artı ve eksilerin bilançosu Altılı Masa’ya bir eksilme olarak yansıdı. Bu elbette AKP ile karşısındaki kuvvetler arasında AKP lehine bir dengesizliğe yol açtı. Net tablo budur.

“Bu hamlenin gelmesi için Meral Akşener yalvarmış bile olabilir. Bu aslında Meral Akşener’in çöp olmaktan çıkarak bir siyasi figür olmaya devam etmesi için bulunmuş bir formül”

Feyaz Çanak: Akşener’in, Kılıçdaroğlu’nun özgürlükçü ve demokratik bir dönüşümün iticisi olabilmesi ihtimalini minimalize etmek için hamle yaptığını söylediniz. Gelinen son noktada Ankara ve İstanbul belediye başkanları Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu Cumhurbaşkanı yardımcısı ilan edildi. Bu formülasyonun manası nedir? Bu formül Kılıçdaroğlu’nu kuşatmak için mi yoksa Akşener’i kurtarmak için mi geliştirildi?

Ertuğrul Kürkçü: Bu hamlenin gelmesi için Meral Akşener yalvarmış bile olabilir. Bu aslında Meral Akşener’in çöp olmaktan çıkarak bir siyasi figür olmaya devam etmesi için bulunmuş bir formül. İkincisi, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun varlığı ya da yokluğu, Millet İttifakı’na yöneliş bakımından gri bölgedeki seçmen için bir cazibe merkezi yaratma meselesi. Böyle görebiliriz. Fakat her şeyden önce Meral Akşener’i hak ettiği yere göndermediği için bu hamle, onu restore ediyor. Bir şekilde İYİ Parti’yi ihya ediyor. Fakat öte yandan diktatörlük kurgusu içerisinde Cumhurbaşkanlığı yetkileri, öyle bir mimariye sahip ki, başkan her şeyi alıyor. Başkan yardımcısı diye sahici bir faktör yok, yani o seçilmiyor. O bir memur: İşe alınıyor ve her an işten atılabilir. Dolayısıyla Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı yardımcısı olarak yazılmasının herhangi bir kıymeti harbiyesi yok. Başkan öyle olmamasını istediği zaman olmaması önünde bir engel yok. Akşener Kılıçdaroğlu’nu denklemden kovalamak istemişti,  Cumhurbaşkanı olmayacaksa, hiçbir şey olmayacaktı. Sonuçta CHP’nin bir Cumhurbaşkanı, iki Cumhurbaşkanı yardımcısı olacak. Bu durumda Kemal Kılıçdaroğlu bir koymuş ve üç almış oldu. Mevzu budur. Çünkü onlar İYİ Parti üyesi değiller. Gerçi Meral Akşener, adaylıkları konusunda ısrar ederek onların itibarını da zedeledi. Kamuoyunun “Truva atı mıdır bunlar” diye düşünmesine yol açtı. O açıdan sanıldığı kadar “güçlü” Cumhurbaşkanı yardımcıları da olmayabilirler. Zaten gözünüzden kaçmamıştır  mutabakat belgesinde bu görevlere “Kemal Kılıçdaroğlu’nun uygun göreceği zamanda atanmaları” diye bir şerhle bu yetki verildi. Bakalım ne zaman uygun görecek? Hemen seçimlerden sonra mı? Hemen mi, bir yıl sonra mı? Ne zaman? Yazılmış oraya işte: “Ne zaman uygun görürse.” Aslında bu bize söylüyor ki bir yandan bugün saraydan gelen torpidoların da bu yazım biçiminde etkisi olmuş olabilir. Sarayın baş hile-i şerriyecisi Mehmet Uçum, hemen “hiçbir belediye başkanı hiçbir zaman cumhurbaşkanı yardımcısı olamaz” diye kendini ortalara attı. Onun için, ne olur ne olmaz, yolda bir arıza çıkmasın diye de karar bu şekilde alınmış olabilir. Yani bu formülün Meral Akşener’in yüzünü kurtarmaktan başka bir anlamı yok.

Fakat benim için asıl soru İYİ Parti’den kitlesel istifaya varan o büyük kitlenin duyduğu huzursuzluk, bu zeminde ortaya çıkmış olan çatlama. Meral Akşener bunları yeniden Millet İttifakı etrafına çekemez. Belki Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun varlığı ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun takip edeceği siyaset onları yeniden Millet İttifakı’nın yanına çekebilir. Sonuçta bence Meral Akşener açısından sıfıra sıfır elde var sıfır. O açıdan Meral Akşener “intihar etti” ama dopingle yaşatılıyor.

“Bunlara baktılar ve bu ihtimal açık biz bu gediği kapatalım ve dönelim perşembeye dönelim dediler ama dediğim gibi yani şimdi artık ne çarşambadayız, ne perşembedeyiz. Pazartesideyiz. Maalesef bu momentum kaçtı ama bu bizim elimizde değildi”

Feyaz Çanak: İttifakların aşağıdan kurulacağı fikrini sıklıkla dile getiriyorsunuz. Meral Akşener’i masadan kaldıran çıkışı, İYİ Parti kadrolarının basıncı ve onların isteğine göre olabilir ama ne İYİ Parti ne CHP ne Altılı Masa’nın hiçbir partisi hatta onun dışında kalan HDP kitlesi için bile bu çıkış AKP’nin işine yaradığı için doğru görünmeyen bir çıkış. Meral Akşener’in bu geri dönüşünün temel motivasyonu aşağıdan kurulan bu ittifakın etkisi olmuş olabilir mi ve bu etki sonraki sürece ilişkin devam eder mi?

Ertuğrul Kürkçü: İlk soruna döneceğiz böylelikle. Gelişme olasılıkları açısından baktığımızda o yüzden “buna el uzatılmamalıydı” diye eleştiriyorum. Yeni bir imkan doğabilirdi. Halkların Demokratik Partisi öbür taraftaki hassasiyetleri görerek, gözeterek doğrudan doğruya masaya yerleşmeye talip olmayabilir  ama Meral Akşener, dolayısıyla Altılı Masa’nın hitap alanı dışına düşmüş olanların çok büyük bir bölümü, Millet İttifakı’nın ya da HDP dahil diğer muhalefet dinamiklerinin çevresine gelebilirlerdi. Kararsızlar ve protesto oyu kullanmayı düşünen insanların da önemlice bir bölümü, gözlerini buraya dikebilirdi. Çünkü bu daha haysiyetli bir siyaseti ifade edecekti. İster istemez daha çok halkın dilinden konuşacaktı. Yukarının dili gevşeyecek, aşağının dili kuvvet kazanacaktı. Zaten aslında Meral Akşener’i buraya doğru iten kuvvetler de “Bir dakika, sen ne yaptın, biz senden gedikleri kapatmanı istedik, sen gittin gediği büyüttün. Git gediği kapat!” diye onu gerisin geriye masaya ittiler. Durumu böyle özetleyebilirim. Meral Akşener şimdi bu gediği tıkamak için oraya geldi ve bu mümkün manevranın önü kesildi. Belli ki Cumhuriyet Halk Partisi’nde de bu momentum o kadar kuvvetli değildi. Zihinleri, gönülleri İYİ Parti’ye çalan kesimler var. Pek çok farklı kaygılar var. Cumhuriyet Halk Partisi’nin desteğini beklediği CHP dışı bir milliyetçi kitle de var. Mesela Zafer Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy verecek olsa Cumhuriyet Halk Partisi red mi edecek? Muharrem İnce oy verecek olsa CHP bunu red mi edecek?

Dolayısıyla onlar şöyle bakıyorlar. İki puan buradan, bir puan buradan. HDP’nin yüzde on beşi vardı ama aslında o on ikiydi. Eh, üç puan buradan alırsak,  dokuz puan açığı nereden kapatırız, İYİ Parti’nin üçte ikisiyle bunu yapabilir miyiz? Bunlara baktılar ve bu ihtimal açık. biz bu gediği kapatalım ve dönelim perşembeye dediler. Ama dediğim gibi, artık ne çarşambadayız, ne perşembedeyiz. Pazartesideyiz. Maalesef bu momentum kaçtı ama bunu tutmak bizim elimizde değildi.

Kılıçdaroğlu cuma günü telaffuz ettiği kelimeler çevresinde, “bütün zenginliklerin bir araya gelmesi”, “bütün renklerle birleşmek” vb. etrafında kendini yeniden kurmaya yönelseydi başka türlü olurdu. Ancak onlar başlangıç söylemine yani yayınladıkları mutabakat deklarasyonuna geri döndüler. Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar Habertürk’te “Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyarete bekliyoruz” derken aslında müzakere konusunu da böylece gündeme getirmiş oldu. Bunlar artık orada konuşulur…

“Kürt halkı arasında kime oy veririz konusunda bir birlik yok. Fakat kime oy vermeyeceği konusunda birlik var.”

Feyaz Çanak: Ben de oraya gelecektim. Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın adayı olduğu açıklandı artık. Habertürk’te Mithat Sancar “pazarlık gibi bir şeyimiz söz konusu değil, gelsin ilkeleri konuşalım”ifadelerini kullandı. Ahmet Türk, “Kemal Kılıçdaroğlu’na olumlu bakarız” demişti. HDP içinden başka isimler de Kılıçdaroğlu’nun adaylığına olumlu bakacaklarını ifade ettiler. Bir de “depremden sonra” diye bir gerçeklik var artık Türkiye’de. HDP, hem Kılıçdaroğlu’nun adaylığından ilan edilmesinin ardından cumhurbaşkanı adaylığı konusunda ne yapmalı?

Ertuğrul Kürkçü: Mithat Sancar onu da söyledi aslında. “Deprem sonrasında yepyeni bir durum ortaya çıktı. Bunun ışığında biz aday gösterme konusunu bir kere daha düşüneceğiz” dedi. Bu ne demektir? İkinci ihtimalin gündeme geldiği. yani aday göstermeme durumunun da konuşulacağı anlamına gelir. Çünkü şartlar, iktisadi kriz olsun, depremden doğan ek kriz dinamikleri olsun ve bütün olarak rejimin yönetememezliğinin yol açtığı tahribat olsun, bunların hepsi bir araya geldiğinde bu iktidardan, AKP-MHP ortaklığından uzaklaşma, bir yaşam hakkı sorunu haline getiriyor. Yaşam hakkını korumak için onlardan kurtulması gerekiyor toplumun. Kriz bu kadar ciddi. Dolayısıyla bu seçimi birinci turda bitirme konusu giderek önem ve aciliyet kazanıyor. HDP’nin aday göstermesi halinde seçim birinci turda bitmeyeceğine göre, mesele bu ciddiyet ve vahametle HDP tarafından görüşülecek. Elbette artık muhalefet blokunun en önemli unsuru haline gelmiş olan CHP Genel Merkezi ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutumu bu kararın şekillendirilmesi bakımından önemli olacak. Bunu söyleyebilirim.

Kürt halkı arasında “kime oy veririz” konusunda bir kararlaşma olmayabilir ama kime oy vermeyeceği konusunda birlik var. Farkındasınız. “Meral’e vermeyiz,” “Mansur Yavaş’a vermeyiz,” diye başladı sonunda “İmamoğlu’na da vermeyiz” oldu. İmamoğlu başkan seçildikten sonra aslında belki pratikte çok büyük yanlışlar yapmadı. Fakat Türk milliyetçiliğine büyük tavizler veren tavırlar gösterdi. Bazı sloganlara eşlik etti. Kontrgerillanın atası olan İttihat ve Terakki’nin suikast birimlerinin başındakilere saygı gösterisinde bulundu. Topal Osman’dan iyilikle söz etti vesaire. Bunlar çok çabuk alınan mesajlar, çok çabuk algılanan ipuçları. Halk bunların değerlendirdi. Yoksa esasına bakarsan Mansur Yavaş susuyor ama onun geçmişi İmamoğlu’nunkinden çok daha ırkçı. Ancak, sonuçta İmamoğlu da böylelikle kendisini Kürtlerin gözündeki seçilebilir ikinci aday durumundan çıkarttı.

Dolayısıyla HDP aday göstermezse, seçilebilir aday yerinde bir tek Kılıçdaroğlu var, başka da aday yok zaten.  Bu hakikatler ışığında parti bir karar verecek. Bu konumdan daha ileri geri konuşmak yersiz ve ayıp olur. Ama herkesin gördüğü verileri alt alta dizince partinin hakikatte neyi tartışacağı belli. Yani üçüncü bir ihtimal yok.

“Seçimleri muhalefet kazanırsa bile bir dönem olmayacağız ama öbür dönemde de olmayacağız. Hem eskisi olmayan, hem de yenisi olmayan bir dönem olacak”

Feyyaz Çanak: Deprem ve depremde açığa çıkan dayanışma örnekleri meselesi vardı. Hemen ardından seçimler yapılacak mı yapılmayacak mı soru işareti vardı ama Erdoğan bugün yapılacağını açıkladı. Aslında iç içe geçmiş, daha karmaşık, daha hızlı akacak bir süreç bizi bekliyor Türkiye’de. Meral Akşener’in çıkışı da bunu gösterdi. Millet İttifakı da aslında pamuk ipliğiyle birbirine bağlı. Her an masadan kalkmaları gibi bir durum da söz konusu. Yeni Yaşam’daki bir yazınızda interregnumdan, bir fetret döneminden bahsettiniz. Buradan hareketle bizi nasıl bir dönem bekliyor ve buraya giderken nasıl bir yönelime ihtiyaç var. Nasıl bir sürecin içine girdik ve bu süreçte ana omurga neyin üzerine inşa edilmeli?

Ertuğrul Kürkçü: Interregnum’un Türkiye ya da Osmanlı siyasi tarihindeki karşılığı fetret, ama bizde “fetret” daha çok kargaşa, dağılma, merkezsizleşme olarak algılanıyor. Osmanlı tarihinde bütün fetret dönemleri böyle gerçekleştiği için öyle bir anlam yüklü. Ama bu Arapça sözcüğün Türkçe karşılığı “iki olay arasında geçen zaman”, yani ara dönem demek. İnterregnum da aynı anlamda zaten köken itibariyle “iki kral arasındaki dönem” demek. Amerikan başkanlarının eskisinin inip yeni seçilenin çıkması arasında dört beş ay geçiyor. Bu da interregnum. Her zaman olağan süreçler yaşanmayabilir. Turmp’tan Biden’a geçilirken Amerika Birleşik Devletleri’nde neler olduğunu gördük.

Bense bu kavramla şunu kastettim; seçimler olunca hemen bir düzenden başka bir düzene geçiyor olmayacağız. Seçimleri muhalefet kazansa bile eski dönemde olmayacağız ama yeni dönemde de olmayacağız. Hem eskisi gibi olmayan, hem de yeni olmayan bir dönem olacak. Dolayısıyla burası bizim için asude bir hayat, bütün ümitlerimizin gerçekleşeceği bölge, gökkuşağının altından geçmiş gibi olabileceğimiz bir dönem olmayacak. Tam tersine taşlar yerinden oynayacak ve herkes için yeni bir hareket imkanı demektir bu. Bu geçişin bizim, yani demokrasi ve özgürlük güçleri, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet hedefinin sosyal taleplerini daha da kuvvetle vurgulayanlar olarak bizim açımızdan istenir olmasının en büyük avantajı budur. Böyle bir geçiş döneminin en önemli avantajı, bu dönemde eskisine göre, sosyal harekete, sosyal mobiliteye, sosyal taleplerin kendilerinin siyasi karşılık bulmasına daha çok yer ve imkan olması. Bu amaçla biz bu geçişi istiyoruz. O nedenle diyoruz ki, demeliyiz ki, hem Cumhur İttifakı ve bunun oluşturduğu tek adam rejimi son bulacak şekilde rejimin altındaki siyasi destek çekilsin ve rejim çöpe dönüşsün; hem de onun geride bıraktığı devlet mimarisinin, güçlendirilmiş yürütmenin ve bunun yarattığı bütün kendi başına buyrukluğun karşısında toplumun kendi gücüyle kendisini var edebileceği özgürlük alanları yaratılsın. Buysa, restorasyon hedefiyle hareket eden Altılı Masa’yla eklemlenerek değil, kendi özgürlüğünü ve özerkliğini koruyarak ayrı bir güç olarak, kendi iddialarını sivrilterek sağlanabilir. O yüzden bizi zor bir vazife bekliyor.

Hem Cumhur İttifakı’nın seçimlerde temsil ettiği tek adam rejimini, bunun arkasındaki yığınağın dağıtılması bakımından mümkün olan bütün kuvvetleri onun karşısına yığmamız hem de öbür yandan bu geçiş döneminde hiçbir şekilde restorasyon eğiliminin açmazlarına ve sınırlılıklarına ortak olmayacağımız, kendi öz hareketimizle ileriye gidebileceğimiz ve bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü ve perspektifimizi koruyabileceğimiz şekilde mevzilenmemiz gerekiyor. O nedenle biz sonuçta aday göstersek de göstermesek de yükselteceğimiz talep, -örneğin deprem ikliminde yükselteceğimiz talep- toprak rantının ilgası olmalıdır. Kent toprağının kamulaştırılması talebi olmalıdır. O nedenle biz devletin toplumun hizmetinde, onun hizmetkarı haline gelebileceği bir yeni kaynak dağılımı ve kuvvet dağılımı talebini yükseltmeliyiz. Yerel özerklik talebimiz daha çok yükseltilmelidir. Kentler kendi arama kurtarma, depreme karşı koyma kapasitelerini kendileri geliştirmelidirler. Bunun kaynaklarını yaratmalıdırlar. Yani kaynakların dağılımı, üretimin dağılımı, kamusal ihtiyaçlar için sermayenin gücünün sınırlandırılması gibi taleplerimizle biz Altılı Masa’yı ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’ni ileriye doğru itme göreviyle karşı karşıyayız. Bu bağlamda eleştiri ve itirazlarımızı azaltmamız, geriye çekmemiz, Altılı Masa’nın pratikte sistematik olarak kapitalizmin alanına savrulması anlamına gelecek. Kemal Kılıçdaroğlu çok güzel söylüyor, “Dört yüz on beş milyarı geri alacağım” diye. Peki dört yüz on beş milyarı geri alacağız da o dört yüz on beş milyarla ne yapılacak sorusunun cevabını Sarkozy ve Merkel’in danışmanlığını yapan Jeremy Rifkin ve Daron Acemoğlu verecekse bu post-kapitalist bir cevap bile olamayacak demektir.

Onların iktisadi planı böyle. Şimdi biz bu kaynak dağılımına razı mıyız? Biz örneğin yerel yönetimlerin özerkleşmesi ve aslında yerinde doğmuş bütün gelir ve vergilerin olduğu gibi merkezi hazineye devri mi yoksa bunun yerel ihtiyaçlar için yerelde kalması mı gibi tartışmaların hepsine girmek zorundayız. O nedenle bu süreçte, devletin, halkın hizmetkarı olması, kamuculuğun kuvvetlendirilmesi, sermayenin güç ve imkanlarının kamusal çıkar için sınırlanması ve sosyal yardım ve sosyal dayanışma ihtiyaçlarının hepsinin devlet bütçesinden karşılanması için servet ve gelir paylaşımının yeniden yapılması talepleriyle mücadeleye girmek zorundayız.

Bu tabii ki özgürlükler için de aynı şekilde. Kürt halkının anadilinde eğitim özgürlüğü. Çatışmanın son bulması, savaşın sonlandırılması talebi, Türkiye’de hakları dışlanan kesimlerin başta Kürtler olmak üzere içerilmesi ihtiyacı, emekçinin ve kadının kendi talepleriyle siyaset sahnesine yükselmesi talebi, özetle bir “geçiş programı”nın yeni dönemde elimiz serbest olarak devreye sokulması için kendi gücümüzü değerlendirmeliyiz.

Halkların Demokratik Partisi, eğer yüzde on beş oyu temsil ediyorsa, bu yüzde on beş Türkiye’nin kaderi demektir. Türkiye’nin kaderi Türkiye’nin kaderi muamelesi görmelidir. Yani bizim Cumhurbaşkanlığı seçiminde ne yapacağımız değil, Cumhurbaşkanı adayının bizim için ne yapacağı şimdi önem kazanıyor. Bunu tartışma masasına getirmek zorundayız.